Pages

Subscribe:

Ads 468x60px

29 Haziran 2014 Pazar

Bugünlerde Atamız hakkında yersiz bazı söylemler dikkatimiz çekiyor.
Sizlerle yapılan bazı araştırmaları paylaşıyoruz..
Atatürk’ün nasıl "gerçek bir dindar" olduğunu bu makalenin sınırları içinde bütün boyutlarıyla özetlemek neredeyse imkânsızdır. Ancak yine de birkaç başlık altında onun kendine özgü dindarlığını şöyle özetlemek mümkündür:
Atatürk, daha 7 yaşında annesi Zübeyde Hanım’ın isteği ile Kuran-ı Kerim’i hatmetmiştir. 8 Yaşında Kuran’ın tamamını ezbere okuyabilmektedir. (Atatürk bu gerçeği 1927 yılında Ankara'da ABD Büyükeçlisine açıklamıştır.) Atatürk, daha çocukluk yıllarında Selanik’te Mevlevi-Bektaşi tekkelerine giderek ayinlere katılmıştır. (F. Rıfkı Atay"Çankaya"da bu konuda bilgi vermektedir). Atatürk, Çanakkale Savaşı yıllarında yakın dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Allah’a olan inancını dile getirmiş ve “Allah’ın inayeti sayesinde” bu savaşı kazanacaklarını belirtmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında camilere, cem evlerine gitmiş, cuma namazlarını kılmış, cami minberine çıkıp “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan Hz. Peygamber’den övgüyle söz eden bir hutbe vermiş, TBMM’yi tekbir ve dualarla açtırmıştır. I. TBMM’de girişte hep bir hafıza Kuran okutmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Topkapı Sarayı’nda Kuran okutma geleneğinisürdürmüştür. Atatürk, özel hayatında fırsat buldukça Kuran okumuş veya Kuran okutup dinlemiştir. Özellikle özel hafızı Hafız Yaşar Okur’a Kuran okutmuştur.Atatürk zaman zaman da manevi kızlarından Nebile’ye ezan ve Kuran okutup dinlemiştir. Atatürk’ün en yakın arkadaşı Fevzi Paşa ve annesi Zübeyde Hanım beş vakit namazlarını kılan, İsmet Paşa ise elinden geldiğince ibadetlerini aksatmayan insanlardır. Atatürk çevresinde namazlarını kılan ibadetlerini yapan herkese çok saygılı davranmıştır. Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında tuttuğu özel notları arasında zaman zaman “Hafızı çağırıp Kuran okuttuğunu” yazmıştır. Yine özel notları arasında “TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR” notu göze çarpmaktadır. Atatürk, cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1932 ramazan ayında dönemin tanınmış hafızlarını köşke/saraya çağırarak onlara Kuran okutup dinlemiştir. Makamla Kuran okunmasına büyük önem veren Atatürk, hafızların makam hatası yapmamalarına ve ayetleri tane tane okumalarına büyük önem vermiştir. Atatürk, 1930’larda Çanakkale Şehitleri için her yıl Çanakkale Mehmet Çavuş abidesi önünde mevlit okutmuştur. Aynı şekilde her yıl annesi Zübeyde Hanım’a da mevlit okutmuştur. Atatürk döneminde okullarda din eğitimi devam etmiştir. Köy ilkokullarında din derslerinde “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitap okutulmuştur. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılan yüzlerce camiyi onarttırmış ve yeniden yaptırmıştır. Hatta Eskişehir Mihalıççık camisini cebinden 5000 lira verip yeniden yaptırmıştır. Ayrıca Atatürk’ün yurt dışında Paris ve Tokyo camilerinin yapımına katkıda bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır. Atatürk, İslam dünyasıyla da yakından ilgilenmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında İslam dünyasının desteğini yanına alan Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da İran-Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerle Sadabat Paktı’nı kurarak, Hıristiyan haçlı saldırılarına karşı Müslüman ülkelerle birlikte hareket etmiştir. Atatürk, Müslüman ülkelerin liderleriyle de çok iyi ilişkiler geliştirmiştir. Örneğin Afgan Kralı Amanaullah Han ve İran şahı Rıza Pehlevi ile kişisel dostluk kurmuştur. Atatürk, 1937 yılında Filistin’e yönelik bir Siyonist- Haçlı Hıristiyan saldırısı olacağını haber alır almaz “Filistin’e el sürülmez” diye bir bildiri yayınlayarak Müslüman Filistinlilerin yanında olduğunu herkese göstermiştir. Tarihe çok meraklı olan Atatürk en çok Hz. Muhammet’ten etkilenmiştir. Onun savaşlarını bütün detaylarıyla öğrenmiş, liselerde okutulan Tarih kitaplarında İslam tarihi bölümünün yazımına bizzat katkıda bulunarak bu kitaplarda Hz. Muhammed’in savaşlarını anlatan haritaları bizzat kendisi çizmiştir. Tarih çalışmaları sırasında Hz. Muhammet’i eleştirmeye kalkanları, “Hz. Muhammet’in kıymetinden habersiz cahil serseriler bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar” diye azarlamıştır. Hz. Muhammet’ten, “Benim senin adın silinir ama o ölümsüzdür” diye söz etmiştir. Atatürk, 1922 Sakarya Savaşı’ndan 1934 Soyadı Kanunu’na kadar ad olarak İslami içerikli “Gazi” unvanını kullanmıştır. Soyadı Kanunu’ndan sonra da zaman zaman “Gazi” unvanını kullanmaya devam etmiştir. Dâhinin Felsefi Kodları, Bilimsel Kafa Yapısı ve Din
"O SÜREKLİ DEĞİŞMEYİ ARZULAYAN BİR BİREY"
Atatürk, çağını aşmış bir "savaş ustası", gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biri ve Asya'nın en büyük devrimcisidir. O tartışmasız bir"dahidir". (Prof.İlber Ortaylı'da son kitabı "Cumhuriyetin İlk Yüz Yılı"nda uzun uzun bu gerçeğin altını çizmiştir.) Bu kadar "üstün yeteneklere" sahip bir insanı, bir "dahiyi" anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele "okumanın" sadece "boş zaman" etkinliği olarak kabul edildiği, "felsefe" dersinin "önemsiz" görülerek müfredattan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine "kulaktan dolma"nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir"dehayı" anlamak, özellikle de onun "felsefi derinliğini" çözmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın "çarpıtılması" da eklenince, Atatürk'ün "insana”, "evrene", "doğaya" ve "tanrı"ya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.
Atatürk üzerine yaklaşık olarak 15 yıldır kafa yoran ve Atatürk'ü doğumundan ölümüne kadar inceleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki: Atatürk sürekli genişleyen evren misali sürekli gelişen ve olgunlaşan bir düşünce dünyasına sahiptir. Bir taraftan ömrünü adadığı toplumunu kurtarmaya çabalarken, diğer taraftan içinde yaşadığı "evreni" anlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün felsefeden, tarihe, dinden, dile, matematikten kuramsal fiziğe kadar pek çok farklı alanda5000 civarında kitap okumasının altında "bilimsel zeka" ve "bilim insanlarına has bir"merak" ve "sorgulama dürtüsü" vardır. Atatürk'ün "göz kamaştıran başarılarının" anahtarını da burada aramak gerekir.
 Yarı bağımlı, az gelişmiş bir imparatorluğun "sürekli değişimi arzulayan bir bireyi" olarak yetişen Atatürk, aile kucağında ve çevrede aldığı geleneksel dinsel eğitimden sonra (Zübeyde Hanım etkisiyle), eğitim hayatında, özellikle İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında dünyayı etkilemeye başlayan Pozitivizm, Materyalizm, Darvinizm, Sosyalizm üzerine kafa yormaya başlamış ve nitekim 1905'de not defterlerinden birine "Evvela Sosyalist olmalı maddeyi anlamalı" diye bir not düşmüştür. Atatürk'ün sonraki yıllarda karşımıza çıkacak olan "Akıl ve bilim" vurgusunun kökleri bu dönemlere gider. J. Jack Rousseau'dan, Montesquieu'ya, Namık Kemal'den Abdullah Cevdet'e birçok yerli ve yabancı aydının görüşleriyle bu dönemde tanışmıştır.
Atatürk bir taraftan pozitivizm ve materyalizm üzerine kafa yorarken diğer taraftan da "din üzerine" okumaya ve düşünmeye devam etmiştir. Okuduğu kitaplar arasında bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarıyla birlikte özellikle İslam dini konusunda başta Kuran olmak üzere "yüzlerce kitap" vardır. Onun sıradan insanlardan farkı, atadan, deden gelen her bilgiyi çağının gelişmelerine paralel olarak yeniden değerlendirmesi ve sorgulamasıdır. Dolayısıyla mensup olduğu İslam dini de dahil, din ve tanrı kavramlarını bile yaşamı boyunca ciddi biçimde sorgulamıştır. Atatürk'ün, din ve inanç konusundaki görüşlerini anlamak için bu "sorgulamalara" da göz atmak gerekir. 
O'NU DİĞER LİDERLERDEN AYIRAN FARKI "DİN"
Atatürk'ün, Lenin, Stalin, Napolyon, İskender gibi liderlerden ve devrimcilerden farkı "din üzerine" de ciddi bir biçimde, entelektüel düzeyde kafa yormuş olması ve dini yok etmek için değil, gerektiğinde sorgulayarak anlaşılması, anlaşılarak anlatılması için uğraşmasıdır.
Atatürk, özellikle Çanakkale Savaşı yıllarında, savaş meydanlarında karşılaştığı manzaralardan dolayı olsa gerek, din ve tanrı kavramı üzerindedüşünmüştür. Atatürk'ün Çanakkale Savaşı’ndan yakın dostlarına yazdığı mektupların satır aralarındaki "Allah büyüktür", "Allah dilerse olur", "Allah’ın inayetine sağınarak çalışıyorum" gibi dinsel ifadeler ve Çanakkale anıları arasında bize aktardığı “Bombasırtı vakası”, onun 1915 yılında Çanakkale'de din ve Tanrı kavramını "içselleştirdiğini" kanıtlamaktadır. O günlerde askerlerinin inancıyla gurur duyan Atatürk, o günlerde bile "akılcı düşünceyi" bir kenara bırakmamıştır.
Türk insanının "inancını" çok iyi bilen Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bilerek ve inanarak bir "dinsel meşruiyet politikasına" başvurmuştur. Müslüman Anadolu insanını, Hıristiyan işgalciye karşı en iyi birleştirecek şeyin İslam dini olduğunu görerek, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar İslam dininden övgüyle söz etmiştir. Bu sırada Meclisi dualarla açtırmış, bazen camiye, bazen cem evine gitmiş, bütün yazışmalarında dinsel bir üslup kullanmıştır. Atatürk, bunu yaparken aslında Kuran'daki "cihat" kavramından yararlanmıştır. O günlere ait "Hafıza kuran okuttum", "Hafız Kuran okudu", "TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR" biçimindeki kendi el yazısıyla tuttuğu özel notlarından kendisinin de samimi olarak Tanrı'ya yöneldiği anlaşılmaktadır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, devrimler sürecinde "dinsel söylemlerden" neredeyse tamamen vazgeçmiştir. Büyük bir "taktisyen"olan Atatürk'ün 1923 sonrasında olumlu anlamda dinsel söylemlerini önce azaltmasının, sonra din eleştirileri yapmasının ve son olarak da dinsel söylemlerden tamamen vazgeçmesinin nedeni yine "stratejiktir": Şöyle ki: Atatürk, nasıl ki Kurtuluş Savaşı yıllarında dinin, Müslüman toplumu bir araya getireceğine inanarak olumlu anlamda "dinsel söylem" kulandıysa, dinden "övgüyle" söz ettiyse, devrimler sürecinde de "akıl ve bilimi"esas alan "laik" bir devlet kurma sürecinde dinsel söylemlerden o kadar uzak durmuş, hatta zaman zaman sarsıcı "din eleştirileri" yapmıştır. (Örneğin,VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER ve TARİH II kitapları.) Tanrısal kaynaklı monarşik Osmanlı'nın yerine kurduğu laik Türkiye Cumhuriyet’in lideri olarak Atatürk’ün, Cumhuriyet’in ilanından sonra da "dinsel söylem" kullanmaya devam etmesi onu, hep eleştirdiği“dinden meşruiyet alan” Osmanlı padişahları durumuna koyardı ki, hiç kuşkusuz bu durum büyük bir tutarsızlık olurdu.
ATATÜRK'ÜN İSLAM DİNİNE HİZMETLERİ
Atatürk, 1923-1938 arasında Dinde Öze Dönüş Projesi kapsamında çok önemli çalışmalar yapmış, bir anlamda 13. yüzyılda ardına kadar kapanan“içtihat kapısını” biraz olsun aralamayı başarmıştır. Her şeyden önce İslam dininin “akla, mantığa uygun bir din” olduğu gerçeğini hatırlatmıştır. Din ile hurafeyi birinden ayırmak için mücadele etmiştir. 
Özetlemek gerekirse Atatürk:
Haçlı Hıristiyan emperyalizmine karşı İslamın “cihat” ilkesini hayata geçirerek verdiği Kurtuluş Savaşı sonunda hem Müslüman Türk insanının namusunu, canını, malını, vatanını kurtarmış, hem de camilerinde ezanların susmasını engellemiştir. Din işlerini yürütmek ve din istismarcılarının dini kullanarak halk üzerinde baskı kurmalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. İslam dinini“Türk’ün milli dini” olarak görmüş, Hz. Muhammed’i sahiplenmiş ve bu konuları da içeren Dinde Öze Dönüş Projesi’ni geliştirmiştir.Türk tarihinde İslam dini konusunda entelektüel düzeyde ciddi ciddi bizzat çalışan tek devlet adamı Atatürk’tür. İslam dininin ana kaynağı Kuran-ı Kerim’i bu konunun uzmanlarına Türkçeye tercüme ve tefsir ettirmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsir ve tercümesi. Binlerce bastırılarak ücretsiz dağıtılmıştır.
En güvenilir hadis kaynaklarından biri olan Buhari Hadislerini Türkçeye tercüme ettirmiştir. Kamil Miras tercümesi.Binlerce bastırılıp ücretsiz dağıtılmıştır.
Müslüman Türk halkının anlayarak, hissederek Tanrı’ya daha kalbi bir şekilde ve aracılara ihtiyaç duymadan yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutmuştur. Bu iş için 1932 yılında İstanbul'un 9 hafızını özel olarak hazırlamıştır. Onlaraca camilerde önce Kuran'ın Arapçasını sonra Türkçesini nasıl okuyacaklarını bizzat göstermiştir. Eline Kuran'ı alıp tane tane Kuran'ın nasıl okunması gerektiğini göstermiştir hafızlara.
İslam dininin akla ve bilime aykırı hiçbir şey içermediği gerçeğinden hareket ederek yeni Türk devletinin temeline “aklı” ve “bilimi”yerleştirmiştir. Din-bilim çelişkisi içinde savrulup gitmemiş, saf/öz İslam dininin akla ve bilime engel olmadığını düşünerek Müslüman Türkiye’nin aynı zamanda çağdaş bir Türkiye olabileceği formülünden hareket etmiştir. Atatürk, "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif terakkiye aykırı hiçbirşey içermiyor", "İslam dini akla ve mantığa tamamen uygun bir dindir."gibi açıklamalarıyla din, bilim arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan ya da zaman içinde ilgisini kaybetmiş olan saltanat, halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, fes gibi kurum, kavram ve objeleri kaldırmıştır. Cumhuriyeti ilan ederek yüzyıllar önce Emevi halifesi Muaviye’nin saltanata dönüştürdüğü devlet başkanlığını yüzyıllar sonra yeniden aslına, özüne, meşveret/danışma/halkın seçimi biçimine dönüştürmüştür. Laiklik ilkesiyle bir taraftan din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken diğer taraftan din istismarını önlemiş ve din özgürlüğünü garanti altına almıştır. Yüzyıllar boyunca sözüm ona “dini nedenlerle” erkeklere göre birçok konuda geri bırakılmış, sınırlandırılmış, baskılanmış, hatta insanlık onuru ayaklar altına alınmış kadına, “analık vasfına” yakışır bir şekilde kadınlık ve insanlık onurunu yeniden kazandırmıştır. Atatürk’ün, Müslüman Türk kadınına verdiği medeni, sosyal, kültürel ve siyasal haklar her bakımdan İslam dininin ruhuna uygundur. Kazandığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmin ayakları altında ezilen bütün bir İslam dünyasına “bağımsızlık” modeli oluşturmuş, Cumhuriyet döneminde ise İslam dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurup, İtalya, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin yayılmacı emellerine karşı Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında Sadabat Paktı’nı kurmuştur.
Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etmiş, camiler açık olmuş, ibadet yasaklanmamış, Kuran ilk kez anlaşılarak okunmuş, din adamlarının Allah ile kul arasına girmemesi, yani ruhban sınıfının oluşması –ki zaten İslam da ruhban sınıfı yoktur- engellenmiştir. Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “…Cumhuriyet inancı ve ibadeti serbest bırakmıştı. Namaz kıldığı için tek bir kişi suçlanmadı. Camiye gitmek kimseye suç sayılamadı. Camiler daima çık kaldı. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi Allah’la kul arasında bir iç bağlantı olarak kaldı.”
"DİNİ TÜRKÇELEŞTİRMEK İSLAMIN ÖZÜNE AYKIRI DEĞİLDİR"
Atatürk’ün din dilini Türkçeleştirmesi, ezanı Türkçe okutması, halifeliği kaldırması, laiklik ilkesi, Arap harflerini kaldırması, tekke ve zaviyeleri kapatması ve kılık kıyafet devrimi gibi devrimlerinden hiçbiri İslamın özüne aykırı uygulamalar değildir. Hiç kimse şapka takmadığı için idam edilmemiş, İstiklal Mahkemeleri dini gerekçelerle tek bir din adamını bile idama mahküm etmemiştir. İdam edilenler ya vatan hainliğinden ya da devrimlere karşı halkı kışkırttığından dolayı idam edilmiştir. Kadınların kılık kıyafeti konusunda da hiçbir devrim kanunu çıkarılmamıştır. Bu tür iddialar, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarınca uydurulmuş yalanlar, safsatalardır.
Gerçek şu ki, Atatürk kişisel olarak, inansın, inanmasın, az ya da çok inansın aslında hiçbir önemi yoktur, çünkü O önce Kurtuluş Savaşı’yla sonra Türk Devrimi’yle Müslüman Türk insanını iki kere kurtarmıştır. Bu nedenle bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Müslümanın Atatürk’e çok büyük bir minnet borcu vardır



17 Haziran 2014 Salı

DUYDUK Kİ GALATASARAY SAHAYA ÇIKMAYACAKMIŞ...

DUYDUK Kİ GALATASARAY SAHAYA ÇIKMAYACAKMIŞ...

Bildiğiniz üzere Beko Basketbol Ligi Final Serisi Oynanıyor..


Seri'de Durum 3 - 3


Ama son yılların en agresif, en olaylı geçen serilerinden birine şahit oluyoruz.

Ergin Ataman'ın maç içerisindeki hareketlerinden tutunda..

Ultras Kültürünün tek hecesinden bile haberdar olmayan Galatasaray seyircisine...

Aziz Yıldırım'ın çıkıp tv'lerde canlı olarak verdiği basın açıklamasına kadar.

Basketbol seyrine ve keyfine gölge düşürecek her türlü hareket var...

Benim burda değinmek istediğim..Bu iki klübe baktığımızda çifte standartlar kendi lehlerinde olunca sıkıntı yok..

Ancak iğnenin ucu kendilerine dokunduğu anda veryansın etmelerinedir..

Aziz Yıldırım çıkıyor basın açıklamasında Bogdanovic arkadan ittirildi, kasti faul verilmedi diye led ekrandan insanlara izletiyor.Hakemlerin kayırdığını kural hatası olduğu söylüyor.

2 hafta öncesinde Emir Preldic'in Diebler'a orta sahadan Pota'ya kadar yaptığı 7 faul'e çalınmayan düdük.. Diebler'ı ittirerek yere düşürmesinde verilmeyen kasti faul'e bir şey demiyor..

Aslında sorun tam burada ...Bu iki takım final serisine gelene kadar son derece kayırıldılar ..
Fenerbahçe maçında hakemin bariz açık ve net şekilde Fenerbahçe'yi kayırması.

Federasyonun 3.Maç'a ceza şıkıştırması .. Fenerbahçeli oyuncuların çok sert oyununa hakemlerin izin vermesi

Karşıyakalı oyunculara çok kolay teknik fauller çalınması..

ee tabi haliyle bu iki takım buralara gelene kadar bunlara alışıp kolay serilerle finale kadar geldiler.

Finalde ise hangi tarafı kayıracağı konusunda ikilemde kalan fedarasyon yüzünden oluştu aslında bu tablo.

Onların da işi zor tabi bakalım nasıl cezalar gelecek diye beklerken Ünal Aysal çıkıyor huzurlarınıza..

Final maçından ve lig'den çekilme kararı alıyor..
Geçen sene 20 tane bayan ve çocuğa saldırırken Fair Play yok.. Her maçta bir şekilde hakemlerin kayırmasında bir Fair play hiç yok..

Ergin Ataman'ın sürekli ortalığı karıştırmasında da bir sorun yok.. değil mi ? ..

Peki sizin canınız can da, bizim ki Patlıcan mı? YIL1912


7 Haziran 2014 Cumartesi

Mustafa Kemal’іn Askerlerini Ben de Kutluyorum.

Sеvgili okuyucularım, gеçtiğimiz pazar günü Ankara’da Anadolu Efes-Pınar Karşıyaka arasında Türkiye Kupası bаsketbol şampіyonluk mаçı оynandı. Çоcukluk arkadaşım Sadri İşçimеnlеr Pınar Kаrşıyаkа Kulübü’nün Divan Başkanı. Maç için İzmir’den geldi, taktı benі de yanına vе salona götürdü. İtiraf edeyim, ben Pınar Karşıyaka seyircisi gibisini bugüne kadar hiç görmemiştim. İzmir’den gеlеn bіnlerce tаrаftаr kırmızı yеşil renklerle salonu doldurmuştu. Tezahürat maç öncеsindе başladı ama naѕıl başladı! Gök gürültüsü gibi… Sürekli sloganlar atılıyor: - Her yer rüşvet her уer уolsuzluk. - Mustafa Kemal’in аskerleriyiz. - Ne mutlu Türk’üm diyene. Binlerce kişi topluca “Andımız”ı okuуor. Salon inim inim inliуor. Muhteşem bir görüntü. Pınаr Karşıyaka mаçı bir sayı farkla kazandı, kupаyı müzeѕine götürdü. Sporcularını, yöneticilerini ve özellikle de o muhteşem taraftarlarını, Mustafa Kemal’іn askerlerini ben de kutluyorum.


Emin Çöleşan.




3 Haziran 2014 Salı

ATATÜRK Hangi Takımlıydı...

       Yılmaz Özdil'in Yaklaşık 3 sene önce kaleme aldığı bir yazı...


“Sen İzmirlisin, o yüzden Atatürk’ü kendi şehrine malediyorsun” diye itiraz edecek olanları, en baştan uyarayım. Bu satırların yazarı, doğma büyüme Göztepeli’dir. Göztepe-Karşıyaka rekabetini ise, bilen bilir, Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine benzemez kardeşim!

Ama. Evet, İzmirliyim ve Atatürk hakkında doğruları yazmak, boynumuzun borcu.


Karşıyaka, İzmir’in, Türkler tarafından kurulan ilk spor kulübü... Forma renklerini oluşturan yeşil’i İslamiyet’i, kırmızı’sı bayrağımızı simgeler. Çünkü, İzmir’deki yabancı spor kulüplerine karşı, Türk gençlerinin meydan okuması olarak kurulmuştur.
Bir numaralı üyesi ve kurucusu, Kadızade Zühtü Işıl, Birinci Dünya Savaşı’nda vuruştu, hatta Filistin’de İngilizler’e esir düştü, kurtuldu, evine-ailesine gideceğine, koşa koşa Çanakkale’ye gitti ve ardından milli mücadeleye katıldı. Kuvayı Milliye kahramanıdır.
Dünyada... İşgal edildiği gün, bir ulusun kurtuluş savaşını başlatan, işgali sona erdiği gün, o ulusun kurtuluş savaşını sonlandıran bir başka şehir yoktur, İzmir’den başka.

İzmir’in böyle bir ayrıcalığı vardı Mustafa Kemal için.. Ve, o şehrin, milli mücadeleye katılan ilk spor kulübü Karşıyaka’nın yeri de ayrıydı haliyle.
 

Ne yaptı?
 

Armasında ay-yıldız, yani, Türk bayrağını taşıma onurunu verdi Karşıyaka’ya!
 

Mustafa Kemal’in isteğiyle, armasında ay-yıldız taşıma onuru verilen ilk ve tek spor kulübü, Karşıyaka’dır. Başka yoktur.
 

İşte bu nedenle, Atatürk için illa bi spor kulübünün adresi gösterilecekse, buna en yakın olanı, Karşıyaka’dır. 

Atatürk’ün manevi kızı ve Cumhuriyetimizin ilk tarih profesörlerinden olan Afet İnan, bizzat anlatmıştır. Mustafa Kemal, “ben sporcunun, zeki, çevik ve ahlâklısını severim” sözünü, Karşıyaka Spor Kulübü’nü ziyaret edip, futbol ve özellikle sosyal hayata katılan pırıl pırıl kızlarımızın tenis idmanlarını seyrettikten sonra söylemiştir.

İzmir milletvekilidir Atatürk.
 

Eşini İzmir’den aldı.
 

Annesi İzmir’de yatıyor.
 

Karşıyaka’da. 

Spor denilen kavram, sadece attık-yedik meselesi değildir, skordan ibaret değildir. Özellikle Türkiye için, milli mücadele demektir, bağımsızlık, özgürlük, çağdaşlık demektir.

Vay efendim, “bizim kulübü ziyaret etti, bizim taraftarımızdır” filan, hikayedir.
İlla adres lazımsa. Mustafa Kemal, İzmirlidir.
Karşıyaka taraftarıdır.