Pages

Subscribe:

Ads 468x60px

14 Haziran 2015 Pazar

Sezonun başlangıcında ligin iki favorisi, yeniden bir yatırım hamlesiyle kadrosunu güçlendiren ve takımın başına Ivkoviç'i getiren Anadolu Efes ile, bir önceki sezon Euroleague'de yaşanan hayalkırıklığını, özellikle pota altına yaptığı takviyelerle gidererek, Final Four hedefiyle sezona başlayan Fenerbahçe Ülker'di. Bu takımların yanına, sezon ortası yaşayacağı idari ve mali krizin sinyallerini hissetmeyen ve bir önceki sezon Euroleague'de, Efes ve Fenerbahçe'nin yapamadığını gerçekleştirerek son sekize kalan Galatasaray'ın, Doğuş grubunun yatırımıyla dengeli bir kadro oluşturan Darüşşafaka'nın iddiaları da yazılıyordu. Son birkaç sezondur istikrarlı bir biçimde yükselen Banvit ve Pınar Karşıyaka da, ilk iki favori ve diğer iki başaltı adayını, çok da uzak olmayan bir mesafeden takip ediyorlardı. Elbette kağıt üstünde.
Bu takımlar arasında sezonluk bütçesi en düşük olan takım 3 milyon Euro'nun biraz altında bir rakamla Karşıyaka. Anadolu Efes'in 25 milyon, Fenerbahçe Ülker'in ise 28-29 milyon Euro dolayında bir bütçeyle mücadele ettiği belirtiliyor. Bu rakamlar, final serisinin 3. maçının bu akşamüstü İzmir'de, Karşıyaka ile Efes arasında oynanacağı düşünülürse, biraz anlamını yitiriyor. Ufuk Sarıca'nın her anlamdaki liderliğiyle, ilmek ilmek işlenen takımın öyküsünü, ntvspor.net'te İsmail Şenol ayrıntısıyla yazdı. Bu yazıyı önererek, pek alışkanlığım olmamakla ve yetkinliğimden şüphe duymakla birlikte, daha zevkli olduğunu yadsıyamayacağım teknik analize yöneliyorum.
Öncelikle, Top 16 döneminde bütün rakiplerine bariz üstünlük kuran, pota altını karartan ve çok rahat biçimde skor üreten, hemen tüm deplasman maçlarnı kazanan, bir deplasman maçında 10'dan fazla üçlük isabeti bulabilen Fenerbahçe'nin TBL play-off maçlarında aldığı yenilgilerin üzerinde durmak lazım. Rakibinin son maçı neredeyse yedek oyuncu olmadan oynadığı Galatasaray serisinde bile, sezonun genelinde sergiledikleri oyuna hükmeden karakterinden uzaktı ve Karşıyaka karşısında zorlanmaları bekleniyordu. Fenerbahçe'nin, Avrupa'nın en geniş kadrolarından birisine, Euroleague MVP'sine ve en başarılı koçlardan birisine sahip olmasına rağmen finali görememesi üzerine birçok yorum yapıldı. Bunların bir kısmı, önümüzdeki sezonun hem oyuncular, hem de bütçe açısından belirsizliğini ön plana çıkarıyor. Ülker grubunun sponsorluğunun kapsamını sınırlama kararı aldığı ve sonuç olarak, bütçenin azalacağı söylenenler arasında. Bjelica'nın NBA'e gitmesi, takımın en önemli skoreri Goudelock'ın ayrılması vb. ihtimallerin, oyuncuların konsantrasyonunu bozduğu yorumları yapılıyor. Bu yorumların haklılık payı tartışılabilir ama özellikle Bjelica'nın, Final Four'da başlayan düşüşünün sürdüğü ortada.
Sezona iki favoriden birisi olarak başlayan ve sezon içerisinde mutlak favori olduğu ortaya çıkan bir takımın, daha dar bir rotasyonla mücadele eden - ki bu rotasyonda Cemal Nalga gibi unutulmak üzere olan oyuncular da var - Karşıyaka karşısında, oynanan dört maçın üçünde oyunu belirleyen değil, rakibini yakalamaya çalışan bir pozisyonda olmasını yukarıdaki gerekçelerle açıklamak zor gözüküyor. Ben Fenerbahçe'nin sorunun, Final Four sonrası yaşanan ritm bozulmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Birçok sporda olduğu gibi, basketbolda da uzun bir sezonun belirleyici son anlarına gelindiğinde, gereken kondisyon ve konsantrasyonu korumak hayati önem taşıyor. Bazı büyük takımlar, sezona iyi başlamasalar da, belirleyici anlar yaklaştığında ivme kazanmalarıyla ünlüler. Bu argüman açısından elverişli örnekleri, San Antonio Spurs'un yavaş başladığı, play-off'larda açıldığı ve finalde favori Miami Heat'i sahadan sildiği sezonda, ya da Olympiakos'un herhangi bir sezonunda görebiliriz.
Biraz da kazanandan bahsedelim. Nispeten kıt kaynakalara sahip olan bir takım belirli hedeflere, genellikle yaratıcı olmaya uğraşmaktansa, temel doğruları yerine getirerek ulaşmaya çalışır. Karşıyaka örneği bunun tam tersini gösteriyor. Oyun yapısı, yüksek tempolu, rakip savunma yerleşmeden bulunan sayılara dayalı "transition" basketbolunu oynamak ve bu oyunun getireceği heyecanla, potansiyel olan tribün desteğini kinetiğe dönüştürmek ve sürekli kılmak üzerine kurulmuş durumda. Fenerbahçe'nin Euroleague Final Four hedefinin aksine, sezon hedefini TBL'de final oynamak olarak belirlediler ve Eurocup'tan elendikten sonra, dağılmanın aksine vites arttırdılar. Bir diğer önemli nokta, dar kadroyla oynamanın dezavantajlarını savuşturarak, avantajlarından yüksek verim almaları. Biraz daha açmak gerekirse, Ufuk Sarıca, sakatlık, maç içerisinde faul problemi gibi sorunlardan, sık yapılan oyuncu değişikikleriyle kaçınmayı başarıyor. Kadronun çok geniş olmayışı, oyuncuların alacağı sürelerin daha özenli biçimde belirlenmesi ve bu sürelerin daha istikrarlı olması ihtiyacını dayatıyor. Bu durum bazı takımlar için bir dezavantaj olabilir ancak, Beşiktaş'ın Ergin Ataman yönetiminde 3 kupa aldığı sezonda olduğu üzere, avantaja da dönüşebiliyor. Takımda herkes rolünü benimsiyor ve bir hata yaptığında, kenara alınıp bankta unutulmayacağını biliyor. Örnek vermek gerekirse, Fenerbahçe'nin çok oyun kuruculu yapısı, uzun sezonda önemli bir avantaj olmakla birlikte, oyuncular arasındaki görev dağılımında bazı belirsizlikler de yarattı. Karşıyaka'da ise ribaundu alanın topu sürerek hücumu hemen başlatacağı ve set oyununa dönmek durumunda kalındığında da, Bobby Dixon ya da Strawberry'nin oyunu kuracağı herkesin malumu.
Birkaç ay önce saha içerisindeki yabancı sınırlamasının kaldırılmasının yarattığı çekişmeli basketbol sezonunun, milli takıma olumlu yansımayabileceğini yazmıştım. Bu konudaki çekinceler bir tarafa, çekişmeli sezona yakışan bir final serisi izliyoruz. Karşıyaka 3. maça, Abdi İpekçi'de son saniyelerde dramatik bir biçimde kopardığı maçın moraliyle çıkacak. Şampiyonluk ünvanı, 15 yıldan sonra İstanbul dışına ve 28 yıl sonra tekrar İzmir'e geçebilir. Analiz yapmaya çalışırken seyir zevkinden mahrum kalmaya gerek yok elbette.

14/06/2015 Pazar

13 Haziran 2015 Cumartesi

BASKETBOL KARŞIYAKA'DIR

İzmir özeldir . Ve saymakla bitmeyecek özelliklerinin yanında İzmir, tam anlamıyla bir spor şehridir. Hayatını sadece futbola adamış değil; sporu yaşam tarzı yapmış şehirdir İzmir.
Bu yüzden, basketbolcuların; yüzücülerin; voleybolcuların, futbolcuların ve daha birçok sporcunun adeta bir kaynaktan fışkırır gibi yetiştiği; aklınıza gelecek tüm spor dalının her an yaşandığı; hayallerin gerçeğe döndüğü şehirdir. Haftasonu çocuklarını farklı branşlarda sporların sahalarındaki maçlara götüren ebeveynlerin yüzlerinde o sıcacık gülümsemenin eksik olmadığı yerdir İzmir. Ve İzmir'i bir spor ülkesi olarak tanımlarsak eğer, Karşıyaka bu ülkenin basketbol başkentidir.
Çocukların okuldan çıkıp ilk olarak Recis'e, EGE Park'a ya da başka popüler bir mekana; dönemin moda tabiri ile 'Piyasa Yapmaya' değil, en yakındaki potalara basketbol oynamaya gittiği yerdir Karşıyaka. Bir Gemliğe doğru Deniz'i; bir de Konak ya da Alsancak'tan Yeşil-Kırmızı'ya doğru ilerleyen vapurda; ellerinde basketbol topu üzerlerinde okul üniformaları; arkadaşları ile geçen gençleri gördüğünüzde şaşırmayın.
Çünkü Karşıyaka'da basketbol oynama gidiliyordur her zaman olduğu gibi. Belki Gazi Lisesi'ne, belki Girne Caddesi civarındaki açık sahalara; belki de filesi henüz takılmış bir potaya... Ama en çok da Mavişehir'e... (Sahi filesi yeni takılmış bir potaya attığınız şutun girmesi gibi bir his daha var mı bu dünyada) Cuma günleri, Bayrak Töreni'nin hemen ardından Karşıyaka'ya giden okul servisleri genellikle öğrencilerin isteği ile önceden kararlaştırılan potalara yakın bir yerde durur.
Birkaç arkadaş orada sırtlarında okul çantaları olduğu halde; gülerek ve eğlenerek inerler servisten. Çünkü basketbol zamanı gelmiştir. Ellerinde bir top olmasına gerek yoktur; zaten maç yapılmakta olan potaların altında fazladan bir top mutlaka vardır, ve paylaşır İzmir'in gençleri. 'Biz de bu topla diğer potada oynayabilir miyiz?' sorusuna asla 'Hayır' cevabı duyamazsınız o sahalarda.
 Eğer sönmüş bir top varsa elde; en yakın bisikletçi ya da lastikçi hemen bulunur ve 'Abi topumuzu şişir misin?' sorusu ile maça uygun hale getirilir, o güzel anıların başköşesinde yer  alacak basketbol topu. Tabii eğer gidilen sahada henüz başlamış bir maç yoksa, yeni gelen grubun atılgan gençlerinden biri hemen 'Maç yapalım mı?' sorusunu yapıştırır. Yerler alınır ve kadrolar kurulur.
 Sonrasında gençlik filmlerini aratmayacak keyifte bir maça ev sahipliği yapar, turuncuya çalan potalar. Çoğu grubun 4 ya da 5 kişiden oluşan kemik bir kadrosu vardır. Hava ne kadar sıcak ya da soğuk olursa olsun maçlar sallapati oynanmaz. Herkes her şeyini verir. Ve eğer kimsenin kimse ile daha önce birlikte oynamadığı bir 4'e 4 tek pota maç yapılacaksa; 'Böyle başlayalım, güçlü olursak kadroları değiştiririz' cümlesini mutlaka duyarsınız bir takım liderinden.
'Beyler çok güçlü oldunuz takımları değiştirelim' cümlesini ise çok nadir duyarsınız. Her yerde olduğu gibi 'Tek' atarak başlanır maça. Şansa giren NBA'vari sayılar 'Balık', olarak nitelense de sayıyı bulanın yüzündeki gülümseme bir ömre bedeldir. Ve o sayılar asla unutulmaz; aradan yıllar geçse bile... Basketbola aşık gençler, profesyonel bir maç olduğunda; eğer maç İzmir sınırlarındaysa birlikte salona gider maçı orada izler. Eğer maç televizyondaysa maçı izleyecek uygun bir ev ya da kafe bulunur. Sonrası hayat boyu sürecek dostluklar, hiçbir zaman akıllardan çıkmayacak keyifli anılar... Okullar da farklı değildir. Basketbol maçları daima dolu tribünlere oynanır.
İlla bir okul maçı olmasına gerek yok. Bir sınıf maçı bile bir profesyonel karşılaşma kadar heyecan verir ve güzel bir kalabalık toplar çevresinde.  Kaybeden takım rövanşa kadar hatalarını konuşur, düzeltmek için çalışır; kazanan takım ünvanı korumak ister ve rehavete girmez. İnternet ve Playstation Kafeler'de ya da bilgisayarlarının başında FIFA'dan fazla NBA  oynanan şehirdir İzmir. Allen Iverson'ın örgü saçı, kullandığı kolluğu, Lebron James'in saç bandı çok geçmeden bir genç tarafından sahaya yansıtılır. Çünkü basketbolun her aletmet-i farikasına aşıktır İzmir'in pırıl pırıl çocukları...
 Çoğu genç yetişkin olduğunda, o basketbol sahasında çekilen fotoğraflar en özel anılar olarak çerçevesine konur ve evlerdeki, ofislerdeki yerini alır. Evet Karşıyaka bir basketbol merkezidir ama bu bir tüme varım örneğidir ve tüm İzmir böyledir aslında. Sadece futbol topunun peşinden koşulmaz. Basketbolun çok sevildiği Ege'nin incisinde her spor yapılır. Herkes semtinin takımını tutar, spor dolu bir hayat yaşanır Ege kıyısında...
 Bu yüzden Karşıyaka'nın bugün geldiği nokta asla tesadüf ya da denk gelme meselesi değildir. Çocukluktan başlayan ve şehrin her noktasına sirayet eden basketbol kültürünün yansımasıdır. Aradan kaç yıl geçerse geçsin, Karşıyaka'nın damalarında akan ve tüm şehre dağılan basketbol sevgisi artarak sürmeye devam edecektir. Çok güzel çok özelsin İzmir; Yaşa var ol Karşıyaka!...

Erbatur Ergenekon

8 Haziran 2015 Pazartesi

Hayalperest Sarıca

Yıl 1999. Milenyuma girmeye iki ay kalmış. Topun bazı yerlerde daha yumuşak sektiği, pota arkası tribünleri olmayan, kapalı gişe oynandığında nefes alması zorlaşan, giriş-çıkış için sadece iki kapısı olan, bahçesindeki potaların smaç basmaktan yamulduğu Alsancak Spor Salonu tarihi günlerinden birini yaşıyor. Beşte beş yaparken David Rivers’ın Tofaş’ını, Hidayet Türkoğlu ve İbrahim Kutluay’ın Efes’ini, Orhun Ene ve Ben Handlogten’in Galatasaray’ını yenen Pınar Karşıyaka; altıncı hafta maçında Ülkerspor’u konuk ediyor. Takıma bu kusursuz başlangıcı yaptıran koç Ergin Ataman, sezon sonunda Final Four başarısı yaşayacağı Efes’le anlaşmış ve İzmir’deki son maçında sahada. Bilet bulmak namümkün. Rakip Ülkerspor, Harun Erdenay, Dejan Koturoviç ve Jerome Allen’lı kadrosuyla şampiyonluğun en güçlü adaylarından. 15 sayı farkla kazanan Karşıyaka, altıda altı yapıyor. Karşıyaka basketbolunun 80’li yıllardan sonraki ilk zirvesi yaşanıyor. Ufuk Sarıca, o gün kaybeden takımın yıldız oyuncularından biri olarak, zirveye en yakından tanıklık ediyor.
O gün Karşıyaka gerçekleri kulübün yüzüne yüzüne vuruyor. Futbol takımına hoyratça yapılan harcamaların ardından basketbolculara düzenli para ödemekte zorlanan, bu yüzden oyuncularıyla sürekli mahkemelik olan, kulübün günlük işleyişini sürdürebilmek için sıcak para sıkıntısı yaşayan Pınar Karşıyaka, gelen cazip teklife dayanamıyor ve yıldızlaşan antrenörü Ergin Ataman’ı sadece altı hafta elinde tutabiliyor. Yetmezmiş gibi, o yıl, altyapıdan çıkan 19 yaşındaki yıldız adayı Kaya Peker’i de iki futbolcunun yıllık parasına gönderiyor.
15 yıl benzer senaryolarla geçiyor. Henry Domercant, Mehmet Yağmur, Gary Neal, Sean Marshall, Quinton Hosley, Leon Williams, Ryan Toolson, Jovo Stanojeviç, Furkan Aldemir ve Jawad Williams’tan bonservis ücreti elde ederek sürekli ek gelir yaratıyor Karşıyaka. Üstelik bir senelik sözleşmelerle kendilerini parlatıp, serbest kaldıktan sonra bol sıfırlı yeni kontratlara imza atan Türk oyunculardan katkı alarak. Sil baştan, sil baştan, sil baştan… Her sezon aynı senaryo. Dönem dönem iyi maçlar kazanan ama şampiyonlukların kıyısından bile geçmeyen bir Karşıyaka.
Derken, 99’da kulübün zirvesini karşı pencereden gören Ufuk Sarıca, 2012’de geliyor Karşıyaka’ya. Ki yabancı da değil, 2002’de bir süre takımın dipte olduğu bir dönemde, 38 yaşındaki Dallas Comegys, 35’lik Nihat Mala ve 33’lük Cenk Duraklar ile birlikte Karşıyaka formasını da giymiş. Bu kez formasını çıkarmış, takım elbiselerini çekmiş, kendine has bileklikleri, saati, özenle jölelenmiş saçları ve kol düğmeleriyle şeklen 10 puan alıyor camiadan. Ancak antrenörlük geçmişinde yara almış. 2011’de başladığı Efes’te kötü sonuçlar nedeniyle sezonu tamamlayamadan yerini Ilias Zouros’a bırakmış, Karşıyaka’yı yeni bir şans olarak görüyor. Sanki başarısızlıkta tek parametre varmış gibi “Ufuk hoca için çok erken” yorumları her yerde. Genel kanı, Sarıca’nın “O seviyenin” hocası olmadığı yönünde. Hedefi yeniden “o seviyeye” çıkmak, ait olduğu yeri herkese kanıtlamak.
Ufuk Sarıca’nın önünde iki seçenek var: Ya yeniden zirveye oynayan takımlardan teklif bekleyecek, ya da Karşıyaka’yı zirveye oynayan bir takım yapacak. Kulübün yakın geçmişi, ikinci seçeneğin pek mümkün olmadığını gösteriyor. Fakat Ufuk Sarıca bir hayal kuruyor, herkese meydan okuyor. O günlerde “Kendinden en az beş kat büyük bütçelere karşı mücadele ederken sıradan yolları tercih edemezsin. Yüksek tempolu, kendi taraftarını coştururken tarafsızları arkasına alacak, iyi bir hücum takımı kuracağım” diyor.
Önce bir guard buluyor kendisine, boyu 1.80 bile değil. Eurocup ve Euroleague tecrübesi var ama maç başına 6-7 üçlük deniyor. Şut tercihlerinin yarattığı baş ağrıları migrenden beter. Eh, o paraya gelecek oyuncunun illa ki bir kusuru olacak. İnanıyor Sarıca, imzalıyor Bobby Dixon’la.
Taraftarı arkasına almak için bir şutör daha istiyor koç. Kendisinin oynadığı dönemlerdeki kadar iyi bir şutör bulmak hedefi. NCAA tarihinin en iyilerinden, Yunanistan’da fena olmayan bir sezon geçirmemiş Jon Diebler’ı buluyor. Pota altına atlet, yüksek tempoya uyacak bir pivot, Alade Aminu geliyor. Takımın bütçesi 4 numarada şutu olan bir oyuncuyu almaya yetmiyor, atletik yetenekleri ve orta mesafe şutuyla mücadeleci Will Thomas kadroya dahil ediliyor. Bugünkü koşan Karşıyaka’nın temelleri 2012’de atılıyor.
İlk sezonda unutulmaz bir Eurochallenge performansı sonrası final four geliyor. Finalde kupaya en yaklaşılan anda, 17 sayı farkla öndeyken parkeye atılan bir su şişesi maçın ritmini bozuyor, bir sayıyla kaybediyor Karşıyaka. Ligde de dokuz yıl sonra yarı finale kalıyor. İlk adım atılıyor büyümek için.
İkinci sezonda geliyor esas adımı Pınar Karşıyaka’nın. Başta Ufuk Sarıca olmak üzere Dixon ve Diebler’ın tekliflere rağmen takımda kalması, alışılmadık şeylerin habercisi oluyor. Başka yerde büyük olmaya değil, kaldığı yeri büyük yapmaya karar veriyorlar. Seviye atlayan Karşıyaka Eurocup’a yükseliyor. Normal şartlarda maddi imkansızlıklardan dolayı kulübün kapısından içeri girmeyecek, Efes’in hiç kullanmadığı Esteban Batista kiralık olarak geliyor Karşıyaka’ya. O, dengeleri değiştiriyor. Ufuk Sarıca’nın “tek maçta herkesi yenen” sürpriz takımı, bir anda “tek maçlık turnuvaları kazanabilecek” sürpriz takıma dönüşüyor. 4 numaradan şut atacak oyuncu açığını Barış Hersek ve Leo Lyons ile doldurmak isteyen Karşıyaka, Lyons’ı takım birlikteliğine engel olması nedeniyle sezon ortasında gönderiyor. Kulüp değerleri, paranın önüne geçiyor ve Jawad Williams takımın yeni dört numarası oluyor. Ve o Pınar Karşıyaka, Ankara’da Türkiye Kupası’nı kazanıyor. Ufuk Sarıca, kulüp tarihindeki dört finalin ikisini oynayan koç olarak, üçüncü kupayı müzeye götürüyor. Üstelik TBL’de bir yarı final daha geliyor, ancak nefesi yetmiyor Karşıyaka’nın.
2014 yazı, gelişimin meyvelerinin alındığı bir dönem oluyor. Barış Hersek ve Ufuk Sarıca A Milli Takım kadrosuna girerken, Esteban Batista da 700 bin Euro’luk sözleşmeyle Panathinaikos’la Euroleague’de oynamaya gidiyor. Bobby Dixon artık Sarıca’nın göz hareketleriyle anlaştığı bir lider haline gelirken, Jon Diebler da hocanın elinde “saf şutör” kimliğinden uzaklaşıp komple bir hücum silahı olma yolunda önemli adımlar atıyor. Bunlar ucuza gelmiyor tabii. Bobby Dixon 400 bin dolarlık sözleşmesiyle kulüp tarihinin en pahalı yabancısı olurken, Diebler da önemli bir zam alarak takımda kalıyor. Bu imzalarla Dixon ve Diebler 1987’de Karşıyaka’yı şampiyon yapan Melvin Lee Davis’ten (nam-ı diğer Baba Davis) sonra en uzun süre takımda kalan yabancı oyuncular oluyor. Bütçe de haliyle 2,6 milyon Euro seviyesine yükseliyor. Bu yükselişe rağmen bütçe ligi yapıldığında Karşıyaka TBL’de 10. sırada kalıyor. Rekabet, hiç olmadığı kadar yukarıya çıkıyor TBL’de. Kimliğine sarılan Karşıyaka, yine Yunanistan’dan sadece bir yıllık profesyonel tecrübesi olan Kenny Gabriel ile anlaşırken, para kazanamadığı için Hırvatistan’dan Fransa’ya giden eski NBA oyuncusu DJ Strawberry’yi ucuza kapatıyor. Takımın pivot için ayırdığı 300 bin dolarla “yeni Batista” bulamayacağını bilen Sarıca bir kumar oynuyor ve dört numaradan bozma pivot Juan Palacios’u kadroya katarak tamamen hareketlilik üzerine yeni bir yapı inşa ediyor. İlk beşinde en uzunu 2.03 boyunda olan, sürekli koşacak, eşleşmesi çok zor bir erken hücum takımı kuruyor Ufuk Sarıca.
Nitekim ilk olarak Cumhurbaşkanlığı Kupası’yla başlıyor Karşıyaka sezona. TBL şampiyonu Fenerbahçe Ülker’i yenerek kulüp tarihinin dördüncü, Ufuk Sarıca döneminin ikinci kupasını kazanıyorlar.
Bugünden bakınca, sadece bitirdiği geçiş hücumlarından maç başına 13.7 sayı bulan Karşıyaka, ligin en hızlı oynayan takımı haline geliyor. Sarıca’nın takımı buna karşın sırtı dönük oyunlardan maç başına yalnızca üç sayı bularak bu alanda belki de tarihin en kötü takımı. Evet, belki hücum çeşitliliği idealden uzak. Evet, yapamadığı belirgin şeyler var Karşıyaka’nın. Ancak koşmaya başladığında yapabildikleri, onları özel kılıyor. Mike D’Antoni’nin Phoenix Suns’ı nasıl “yedi saniye içinde hücum etme” prensibini oturttuysa, Ufuk Sarıca’nın takımı da erken hücum etmenin tüm gerekliliklerini yerine getiriyor. Sahanın farklı alanlarında başlayan baskılı kombine savunmalar, yarı saha savunmasında risk alıp topu sürekli köşeye yönlendirmeler, pota altındaki fizik dezavantajını kapatmak için gömülü savunmalarla o tempo için epey iyi de bir savunma takımı oluyor Karşıyaka. Soner Şentürk kenardan gelerek tempoyu yukarıda tutup savunma direnci koyan bir görev adamı haline geliyor. Takımın tek fizikli oyuncusu Cemal Nalga, ikili oyunlardan sonra pas özelliğini geliştiriyor ve Eurocup’ta ortalama 13 dakika oynamasına rağmen neredeyse 2 asist ortalaması tutturuyor. Tüm rollerin oturduğu, birlikteliğin sağlandığı, sahada yarattığı değere herkesi ortak eden yapısıyla Karşıyaka, Eurocup’ta çeyrek finale kadar yükselerek kulüp tarihini yeniden yazıyor. Ufuk Sarıca’nın Karşıyaka’sı, sezona Euroleague’de başlayan takımlardan Neptunas ve Galatasaray’ı iki, Efes’i bir, Fenerbahçe’yi dört kere yeniyor. Üstelik Euroleague’de tarihi bir başarıya imza atıp Final Four’a kalan Fenerbahçe Ülker’i eleyerek, 1987’den sonra ilk kez TBL final serisine yükseliyor. Bu tesadüf falan değil. TBL’de üç sezondur üst üste yarı final oynayan tek takım Pınar Karşıyaka. Yönetiminden hocasına, oyuncusundan taraftarına basamak basamak çıkarak, her gün üstüne koyarak geldi bu noktaya.
99’da altı maçlık galibiyet serisi olan zirve göstergesi, 2015’te lig şampiyonluğu. O zirveye karşıdan tanıklık eden Ufuk Sarıca, artık yeni zirveler inşa eden bir lider oldu. Kupa kazanmak uğruna terk edilenlerin semti Karşıyaka, artık kalma cesaretini gösteren hayalperestlerin kupa kaldırdığı bir yer. Ve baş hayalperest Ufuk Sarıca, hala “bizim bir hayalimiz var” diyor.
İsmail Şenol · NTVSpor.net