Pages

Subscribe:

Ads 468x60px

3 Aralık 2014 Çarşamba


İttihat ve Terakki Partisi’nin İkinci Meşrutiyet’i ilan ettiği 1908 yılında Türkiye‘de futbol genellikle yabancılar tarafından oynanmaktaydı. İzmir’deki bütün takımlar Rumlar, Ermeniler ve İngilizler tarafından kurulmuştu. Panionios ve Apollon bu takımların önde gelenleriydi. Maçlar azınlıklar arasında oynanmaktaydı ve bu azınlıklar diğer şehirlerde olduğu gibi İzmir’de de futbola hakim durumdaydılar. Bu tarihte Kadızade Zühtü Işıl, Kadızade Raşit, Süreyya İplikçi, Refik Civelek, Osman Nuri ve Örnekköylü Hüseyin'den oluşan 6 Karşıyakalı genç aralarında para toplayarak satın aldıkları futbol topuyla Rus asıllı Karşıyakalı bir aileye ait olan boş bir arsada futbol oynamaya başladılar.

Bu arsada futbol oynadıklar bir gün yağmurun çiselemesi üzerine bir zeytin ağacının altına sığınan gençler,azınlıkların futbol sahasındaki egemenliğine başkaldırı hareketi olarak kendi kulüplerini kurmaya karar verdiler ve 1 Kasım 1912 (1328) tarihinde Karşıyaka Mümaresei Bedeniye Kulübü'nü yani bugünkü adıyla Karşıyaka Spor Kulübü'nün kuruluşunu gerçekleştirdiler.[1] Kuruluş aşamasında altı genç ile birlikte Hüsnü Tonak, Tahir Bor, Fevzi Fikri Altay ve Sezai Çullu'da yer almıştır. Bu tarihten 1914'te Altay'ın kuruluşuna kadar Karşıyaka, İzmir'deki tek Türk spor kulübü idi.

Karşıyaka’nın tarihindeki ilk on biri Kaptan Raşit Kadızade, Suat Karşıyaka, Refik Civelek, Kaleci Salih, Çakır Kemal, Örnekköylü Hüseyin, İtalyan Hanri Barter, Kemal Paşalı Sarı Ali, Muharrem Hüsamettin ve Zühtü Işıl’dan oluşmaktaydı. Kurulan bu takım, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'na kadar yabancılarla birçok çekişmeli maç oynamıştır.

Karşıyaka Spor Kulübü, kuruluşundan Kurtuluş Savaşı’na kadar geçen sürede hiçbir maçta yenilmemiş, İtalyan ve Yunan şampiyonlarını birçok kez yenerek bu kulüplerin kapatılmasına sebep olmuştur.

Karşıyaka Kulübü'nün bir numaralı üyesi ve kurucusu olan Kadızade Zühtü Işıl, I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele'de 8 yıl birçok cephede savaşmış, hatta Filistin cephesinde “Kanal Harekatı” sırasında İngilizler'e esir düşmüştür.

Kurtuluş Savaşı yıllarında İzmir'in çoğunluğunu Rum, Fransız ve diğer yabancılar oluştururken, Karşıyaka ise Türklerin yoğun yaşadığı bir yerleşim birimiydi. Bugün için söylenen "Biz Karşıyakalıyız" ifadesi de Türklerin Anadolu'ya geçerken kendilerini tanıtmak için kullandığı bir parolaydı. Bu parola ile "Biz Türküz" denilmektedir.

Santrafor olarak oynayan eski Başbakanlardan Adnan Menderes'in de bulunduğu takım Kurtuluş Savaşı’na katılarak birçok cephede savaşmıştır. İzmir’e ilk giren Türk kuvvetleri içinde Karşıyakalı bazı sporcular da bulunmaktaydı.

Mustafa Kemal Atatürk İzmir'in yeniden Türk kuvvetlerinin kontrolü altına girdiği gün geceyi Karşıyaka'daki bir köşkte geçirmiştir.

O yıllarda İzmir’de Göztepe, Altınordu,İzmirspor ve Bucaspor gibi kulüpler henüz kurulmamıştı. Karşıyaka ile birlikte tek Türk takımı Altay idi.[kaynak belirtilmeli]13 Ekim 1925 tarihinde kulübü ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk kulübün şeref defterine şu satırları yazmıştır: "Karşıyaka Spor Kulübü'nde karşı karşıya bulunduğum gençlik iftihara çok şayandır. Bu gençlik muvacehesinde istikbalin kuvveti, saadeti ne bariz görülmektedir."

Karşıyaka 1926 yılında İzmir şampiyonu olmuştur. Bu şampiyonluktan sonra 24 Haziran 1926 tarihinde Atatürk’ün kulübe ikinci ziyareti gerçekleşmiştir. İsmet İnönü ve Fahrettin Altay ile kulübü ziyaret eden Atatürk, Karşıyaka Spor Kulübü’nün cepheden döndükten sonra yeniden kurmuş olduğu takımı ile İzmir Ligi’nde yabancı rakipleri ile yaptığı mücadele sonucunda hiç gol yemeden şampiyon olduğunu öğrenmiş ve bunun üzerine kulübün ambleminde ay-yıldız kullanılmasını istemiştir.[kaynak belirtilmeli]

Bu ziyaretinde de şeref defterine şunları yazmıştır: "Bu defa ki ziyaretimde geçen aylarda masarrıf ve mesai hizmetin kıymetli asarını gördüm. Teşekkür ve tebrik ederim."

1937'de arasında dönemin İzmir Valisi Fazlı Güleç'in zorlaması sonucu Yamanlarspor adıyla Bornovaspor'la birleşti. Bu birleşme 1944'e kadar devam etti. 1951-1959 yılları arasında 8 amatör branşta İzmir şampiyonluğu elde eden Karşıyaka 17 branşta faaliyette bulunan tek spor kulübüdür.[kaynak belirtilmeli]

"Kaf Sin Kaf" ise Osmanlıca'daki "ﻕ ﺱ ﻕ"(K S K)'den gelmektedir.

Karşıyaka Spor Kulübü günümüzde 9 branşta faaliyetlerini sürdürmektedir.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Bugün Karşıyaka Arena'da karşılaşacağımız PAOK ile ilgili bir bilgi paylaşalım istedik.

PAOK Karşıyaka'ya karşı İzmir'de ikinci kez oynayacak. Karşıyaka- PAOK, 28 yıl önce yine karşılaşmıştı. Karşılaşma 13 Eylül 1986 tarihinde yapıldı ve uzatmaya gitti. 73-73

Uzatma sonunda maçı kazanan taraf Karşıyaka oldu. 86-84

Bu PAOK'un İzmir'de gerçekleştirdiği son turnuvaydı.. Bu turnuva 6 takım arasında gerçekleşmişti ve turnuvada Galatasaray 1. Karşıyaka 2. PAOK 3.olmuştu..

10 Ekim 2014 Cuma

Karşıyaka'dan tarihi başarı

Değerli okurlarım, son yıllarda geçirdiğim en ağır grip nedeniyle uzun zamandır sizlerle birlikte olamadım. Ancak bu mecburi aradan sonra Pınar Karşıyaka’nın tarihi başarısı sebebiyle sizlerin karşısına yeniden çıkmak büyük bir mutluluk.
Pınar Karşıyaka basketbolda büyük bir başarıya imza attı. Yeşil- kırmızılılar, Fenerbahçe Ülker’i mağlup ederek Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandılar.
Ufuk Sarıca geldiğinden beri Pınar Karşıyaka büyük işler başarıyor. Kaf Kaf Ufuk Sarıca ile önce 2012-2013 sezonunda EuroChallenge Cup'ta final oynama başarısını gösterdi ve kupayı kıl payı kaçırdı. Ardından 2013-2014 sezonunda Anadolu Efes’i mağlup ederek Türkiye Kupası’nı kazandı. Şimdi de kendisinden oldukça fazla bir bütçeye sahip olan Fenerbahçe Ülker’i mağlup ederek Türkiye’deki en büyük kupa olan Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kaldırma başarısını gösterdi.
Karşıyaka artık Türkiye’nin önemli kulüplerinden birisi. Özellikle basketbolda hatırı sayılır bir yere sahip.
Kaf Kaf’ın en büyük özelliği tam bir spor kulübü olması. Yeşil-kırmızılılar bütün spor branşlarında yarışıyorlar. Bu özelliğiyle de Türkiye’nin sayılı kulüplerinden biri haline geliyorlar.
Karşıyaka, sporun sadece futbol sanıldığı ülkemizde herkese güzel bir ders veriyor.
İzmir’in Türkiye’ye mal olmuş böyle büyük bir güzide kulübüne Karşıyaka’nın ileri gelenlerinin yardım etmeleri şarttır. Karşıyakalıların kulübe her zaman destek olmaları gerekiyor.
İzmir’e böyle büyük bir mutluluğu ve gururu yaşattıkları için başta Ufuk Sarıca olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Teşekkürler ve tebrikler Karşıyaka..
Daha nice başarılarına şahit olmak dileğiyle…

5 Ekim 2014 Pazar

Yeşil-Kırmızı

     

Dünyadaki her şehrin kendisine has simgeleri vardır.

Tarihi ve kültürel simgeler o şehrin ruhunu yansıtır. Bu şehrin adı söylendiğinde insanların aklında ilk oluşan simge büyük ihtimalle o şehrin geçmişi ya da bugünüyle ilgilidir ve olumlu bir simgedir. Bu bazen bir tarihi eser olabilir, bazen önemli bir kişi, bazen de önemli bir olayı anlatan bir simge. Şehirler ve onun içinde yaşayanlar bu simgelerle kimlik kazanır.

      İnsanların şehirlerle ilgili algıları o kentin simgeleri aracılığıyla oluşur. Özgürlük Anıtı dendiğinde New York, Eiffel kulesi Palis, Big Ben Saat kulesi Londra’yı akla gelir. Veya bir kişi şehirle sembolleşmiştir. Franz Kafka, Prag şehriyle ilk akla gelendir. Horoz Denizli ile anılır, Sivas ise kangal köpeği ile. Veya bir yemek ya da meyve, sebze ile. Kayseri denildi mi ilk akla gelen pastırma’dır. Kayısı Malatya’yı, fındık Giresun’u, baklava Gaziantep’i akla getirir.

Kaynak: Cem Karagözlü / Karşıyaka Life

27 Eylül 2014 Cumartesi

KarşıyaKaragümrük

1980-81 sezonundan sonraki çileli yıllar.O sıralar İstanbul'da üniversitede talebeyiz.Kanımız kaynıyor. Zannederim 1983 ya da 1984 yılı idi. Karşıyaka İstanbul'a Galata deplasmanına geliyor.Maç Karagümrük'te Vefa Stadında oynanacak. Hemen organizasyon yapıldı. Arkadaşlarla toplandık sabah erkenden stada. Çoğumuz üniversiteli Karşıyakalılar. İlk defa o stada gidiyoruz.O zamanlar iki maçın üst üste oynandığı seneler.Öğlen bizim maç var.Arkadan Eskişehir yine bir İstanbul takımı ile oynayacak.Vefa stadının eski halini bilenler bilir.Stadın girişinde sağ tarafta Karagümrük Kulüp Lokali var. Lokal dediysem, bir kıraathane havasında.Okey masaları kurulmuş. 
Neyse,biz stada girdik ve kapalı tiribünde toplandık. İzmir'den gelenlerle birlikte 50-60 kişi kadar varız.Eskişehirlilerde kale arkasında toplanmış.Bizim maçın başlamasına yaklaşık 10-15 dakika kala, okey gurubundan 8-9 kadar Karagümrüklü bizim tribüne geldi. Ceketler omuzda, ayakkabıların üstüne basılmış, ellde tespihler.Bu arada da Eskişehirlilerle ufaktan hırlaşmamız başlamış durumda."Selamun Aleyküm,Hoşgeldiniz" diyerek aramıza girip oturdular. Ufaktan sohbet başladı.Sizin seyircinin methini çok duyduk falan türünden "delikanlı" muhabbetleri yapılıyor. Kısa sürede kaynaşıldı. Kan çekiyor tabii!  

Bir süre sonra içlerinden en bıçkın olanı "Birader biz sizi çok sevdik,bu açıktaki Eskişehirliler sizi rahatsız etti galiba. İsterseniz hemen orayı tahliye edelim" dedi. Biz "tamam,eyvallah" dedik ama 8-9 kişi ile en az 200-300 Eskişehirliyi nasıl tribünden tahliye edecekler, bir anlam da veremedik. Abartmadan söylüyorum. O 8-9 kişinin kale arkası tribününe gidip "tahliyeyi" sağlamaları beş dakika kadar sürdü. Bu işi sadece konuşarak ve direnenleri hafif itip-kakarak yaptılar.Sonradan gelip yanımıza oturdular.Onlar gelirken biz ayağa kalkmış şaşkınlık içinde onları alkışlıyorduk. Arkasından Karagümrük ve Kaf-Sin-Kaf tezahüratları ile maçı hep beraber izledik. Maç bitiminde bizi kapıya kadar uğurladılar.Son sözleri hala aklımdadır. "Birader,bundan sonra bu stad sizin eviniz.Size karşı yamuk yapan olursa bütün Karagümrük arkanızdayız." 

Tam tarihsel gelişimi bilmiyorum ama Karagümrük-Kaf kaf dostluğunun bu maçla ve bu tahliye işlemi ile başladığını hatırlıyorum. 

KORAY ŞENTAY 

23 Eylül 2014 Salı

BANDIRMA ÖLÜN TRENİ

Efsane Bandırma Treni... 
Anlatacağım bu muhteşem deplasman anısında, bazen üzülecek,bazen sinirlenecek,bazende sanırım gülümseyeceksiniz,sevinç ile hüznün,coşkuyla hayalkırıklığının, dakikalar hatta saniyeler içinde gidip geldiği traji-komik ve ülkemiz sınırlarında başka hiçbir kulüp taraftarına nasip olmamış bir deplasman anısıdır bu... Okuduktan sonra ,benim gibi bu deplasmanı yaşamış olanların,aynı tren içinde yada Bandırma ilçesinde başlarından geçenleri yazmalarını rica ederek izninizle başlıyorum anılarımı yazmaya... 

Yanlız anımı anlatmaya başlamadan önce ,hepinizden bir şey rica edeceğim,okurken lütfen o yılların ülkemiz yaşam tarzı ve koşullarını göz önüne getirin,ya da hayal etmeye çalışın,tahmin edeceğiniz üzere o yıllar günümüzden oldukça farklıydı.En azından taraftar kompozisyonu çok değişikti,ne bir bıçak,ne de bir silah, son derece masumane bir kulüp sevgisiydi bu ,kelimelerle tarif edebilmem imkansız takdir edersiniz;...Bir olay olacaksa bu asla delikanlılık sınırlarını aşmazdı.Yumruk,tekme en fazla sopa ,tabi bize diğer kulüp taraftarlarının kafamıza yağmur gibi attıkları taşları ,bu delikanlılık sınırlamasından ayrı tutuyorum... 

1980 Mayıs ayı Karşıyaka Tren İstasyonu 
Göztepe ile yaptığımız amansız şampiyonluk mücadelesinin son haftasıydı.Bir hafta önce Atatürk stadında 80.000 kişinin tanık olduğu Göztepe ile yapılan final maçından, 0-0 beraberlikle ayrılarak,rakibimizin bir puan önünde son engel olan Bandırma deplasmanına gideceğiz,Bandırma'yı mutlaka yenmemiz gerekiyor,zira averaj olarak Göztepe bizden çok daha iyi ve son hafta Alsancak Stadın'da Balıkesirspor 'la karşılaşacaklar,ve bu maçtan galip gelecekleride aşağı yukarı herkes tarafından biliniyor,yani Bandırma'yı yenmekten başka hiçbir şansımız yok... 

Pazartesi gününden itibaren deplasman hazırlıkları başladı.Otobüslerin ve özel araçların dışında ,kulüp tarafından "özel bir trenin " Bandırma'ya kaldırılacağı haberi hemen yayılmıştı bütün Karşıyaka'ya,bütün taraftarlar Bandırma'ya neyle gideceklerinin planını yapıp,düşünürlerken ,ben ve bizim tayfa Bandırma'ya trenle gitmeye karar vermiştik.Bu arada biraz bizim tayfadan bahsetmek istiyorum,tribünde ismi "Atatürk Liseliler" olarak bilinen ancak Atatürk Lisesi'nin ,Karşıyaka Lisesi'yle yaptığı basketbol maçlarında ,okuldan ağır disiplin cezalarını alacağını bile bile, "Karşıyaka Lisesinin" yanında yer alan ve Karşıyaka Liseli arkadaşlarla beraber "Kaf Kaf" çeken 150 kişilik bir grubuz, Lise1980 nickimde buradan kaynaklanmakta... 

Bütün tayfa trenle Bandırma'ya gitmesine gideceğiz ama o zamanlar yaşlarımız 16-17 civarında olduğundan ailelerden maça gitmek için izin problemi var tabi ki 
Üniversite sınavı olduğundan ,izin koparmak çok zor olsada herkes ailesini bir şekilde ikna edip , maçtan bir evvel ki gün olan cumartesi akşamüstü saat 17 de Karşıyaka Tren istasyonunda buluştuk hepberaber;...Hepimiz tren biletlerini daha önceden almıştık,yani trene binmek için her hangi bir sorun yaşamayacağımızı düşünüyorduk aklımızca,ancak gelin görün ki ,istasyonda abartısız 3000 nin üzeride taraftar var treni bekleyen,...haydaaa!! trenin yolcu kapasitesinin 1500 kişilik olduğunu ve bu sayıda biletin satıldığını bilsekte,trene binememe korkusu sarıverdi içimizi ,Ama istasyonun belli bir yerinde toplanarak, trenin gelmesini beklemeye başladık,kararlıyız, öyle yada böyle bu trene bineceğiz... 

Önceden trenin saat 20 de kalkacağı belirtilmişti ama, Basmane garında treni süsleme çalışmaları uzun sürdüğünden ,saat 20 olmasına karşın halen görünmemişti...Mahşeri kalabalıkta zamanın Karşıyaka tezahüratlarını haykırarak,sabırsızca trenin gelişini bekliyordu.Derken çok geçmeden tren Alaybey istasyonunda görüldü.Yavaş yavaş Karşıyaka istasyonuna yaklaşıyordu;ama ne trendi ya ,bir gelin gibi süslenmiş trenin istasyonumuza yaklaşışını tüylerim diken diken olarak yazıyorum... 

Tren ,bayraklarımızla adeta yeşil ve kırmızı renklere boyanmıştı,lokomotifin önünde yeşil ve kırmızı çiçeklerden oluşan devasa bir çelenk vardı.Dedim ya bir gelin gibi süzülüyordu adeta...Tren durduğunda ,istasyonda adeta kıyamet koptu; zavallı kondüktörler bileti olmayanları trene almama çabası içindeler ama, kim dinler,bileti olanda olmayanda hem kapılardan hem pencerelerden atıyor kendini trenin içine; tabi bizim tayfada arka vagonlardan birine hepberaber kapıdan ,pencerden doluşuverdik,şimdi size trenin içindeki manzarayı anlatıyorum,lütfen daha dikkatli okuyun... 

Vagonların koltuklarında normal olarak yanyana maksimum üç kişi oturabilir,ama taraftar balık istifi gibi ,koltuklarda üst üste en az 10 kişi var,trenin koridorlarında adım atmak mümkün değil taraftar koridorlara yatmış vaziyette,valiz ve öteberi konmak amacıyla yapılmış olan koltukların üzerindeki raflarda silme taraftarla dolmuş durumda...taraftar pencereden sarkıyor,yani anlayın içerde zar zor nefes alınabiliyor,bu aslında yeşil kırmızı renklere ,Kaf Sin Kaf'a duyulan aşkın bir göstergesi,bunları yazarken sizleri temin ederim ellerim titriyor,klavyenin üzerine gözyaşlarım damlıyor... 

Neyse biz bu şartlar altında trenin kalkamayacağını düşünüp beklemeye koyulmuşken,birde baktık ki ,tren yavaş yavaş hareket etmeye başladı ve uzun uzun ,sanki Kaf Kaf çekercesine makinist trenin düdüğünü öttürüyordu ,esastan da hareket etmişti tren,kapasitesinin iki misli insan olsada "yaşlı kraliçe" var gücüyle Bandırma'ya götürmeye başlamıştı bizleri...Bu arada trenin makinistinide ayrıca kutlamak istiyorum cesaretinden dolayı,...büyük bir devrilme riski de olsa ,trenden bir kişinin bile inmemiş olması, ayrıca kutlanacak bir cesaret örneği ve Karşıyaka sevgisinin göstergesi... 

Yol boyunca yaşananlar 

O zamanlar şimdiki gibi hazırda satılan ve üzerlerinde çeşitli yazılar olan Karşıyaka atkı ve kaşkolları yok,hepimiz boyunlarımızda annelerimizin yünden ördüğü yeşil ve kırmızı renklerden oluşan kaşkollarımızla,yine annelerimizin yapmış olduğu nevaleleri ortaya koyup hepberaber paylaşıp yerken,bir yandan da ,yarın ki maçta yapılması gereken tribün organizasyonunu tartışmaya başladık.Bu konuşmalar süre dursun Akhisar'ı çoktan geçmiş olduğumuzun farkına vardık,maşallah "yaşlı kraliçe"'den tık yoktu daha,onca ağırlığı var gücüyle hedefe doğru ulaştırmaya çalışıyordu.Bu sırada vagondan vagona bir söylenti yayılmaya başladı.Deniyordu ki tren Balıkesir'e ulaştığında ,Balıkesir'in fanatikleri tarafından taşlanacak,haydaaa!!! tabi bilirsiniz bizim taraftar hiç sevmez böyle şeyleri,hemen karşı hazırlıklar başladı.Gerçekten taş atılırsa karşı koymak için bizede taş gerekiyordu ,ama dedim ya bizim taraftar hakikatten "delikanlı" taraftardı; böyle bir ihtimali düşünüp, önceden trene taş takviyesi yapmamıştı,yani elimiz kolumuz boştu...Bunun üzerine en ön vagondakiler makiniste Balıkesir'e gelmeden önceki ilk durakta durması için ihtyaç molasını mazeret ederek baskı yapmaya başlamışlar, aslında amaç korunmak amacıyla ,durulacak istasyondan cephane yani çakıltaşı toplamak,neyse makinist ikna edilmiş olacak ki ,bir istasyonda durdu tren ,inmeyi başarabilenler taşları hem kendilerine topluyorlar,hemde inemeyenlere camdan sürekli uzatıyorlardı.İşlem tamamdı başımıza gelebilecek bir saldırı karşısında ,yeteri kadar donanımlıydık artık... 

Mola bitti yola devam,önümüz Balıkesir... 

Bu arada bizim tayfadan Timuçin adlı arkadaşımızın başına gelen bir olayı anlatmak istiyorum, Balıkesir'e yaklaşırken kondüktörler uyuz olmuş olacaklar ki,koridorlardaki insan barikatlarını kan ter içinde aşmaya çalışarak vagondan vagona "bilet kontrol" bahanesiyle boy göstermeye başladılar,dedim ya o devrin şartlarını gözünüzün önüne getirirseniz köndüktörler az da olsa korku verirdi insanlara,ama şimdi nerde gıkını çıkarsa mazallah bıçaklanıp ,trenden bile atarlar aşağı...neyse kondüktör bizim vagona geldiğinde Timuçin'nin cebinden zemine taaaakkkk diye bir çakıltaşı düşüverdi.Kondüktör ağzı açık bir şekilde "o ne laaannn" diye bağırdı doğal olarak;...Timuçin'nin verdiği cevaba bakarmısınız Allahaşkına..! "Abi valla böbrekten rahatsızım, böbrek taşımı düşürdüm herhalde"...Haydaaa hepimiz koptuk tabi bu lafın üzerine,kondüktörde gülerek diğer vagonlara doğru gitme çabası içine girdi yeniden,vallahi bizim tayfada "Balıkesir'e geliyoruz baylaaarrr" sesiyle çıktı gülme krizinden...Balıkesir'de korkulan olmadı saat sanırım geceyarısı 2.30 falandı ve bütün şehir mışıl mışıl uyuyordu.Ama bizim taraftar durmaz tabi yerinde ,asla taş atmadan sadece Kaf Kaf diye haykırarak uyandırmaya başladı bütün şehri,tabi tren burada hiç durmadan devam etti yoluna, bu sırada evlerin ışıklarının teker teker yanmasıda çok keyif vericiydi doğrusu,gürültüye uyananlar bir bir ev lambalarını yakıyorlardı. 

Saat 3.30 Davulcu ile Zurnacı geliyor... 

Evet Geceyarısı saat 3.30 gibi bizim vagon davul sesleriyle sarsıldı.Davulcunun vagona girmesiyle en coşkulusundan bir eğlence başladı vagonda,bu arada zurnanın sesi geliyordu ama Zurnacı yoktu piyasada,ne yapsın zavallı kalabalıktan zar zor yürüyerek ,20 dakika sonra ulaşabildi bizim vagona diğer vagondan,Davulcu ise bahşişleri toplayıp arkamızdaki vagona geçmişti çoktan,kanter içindeki Zurnacı ise peşinden koşup duruyordu yetişmek için... 

Bu sırada ilginç bir olay daha oldu ,trenin en arka vagonu kafası kelle olanlara tahsis edilmişti,aşırı alkol alanlar ,kondüktör tarafından en arka vagona götürülüyordu.Anlaşılacağı üzere bu vagon anormal derecede kalabalık ve bir o kadar derecede alkol kokuyordu...Bu esnada sanırım "yaşlı kraliçe" Balıkesir rampalarında yorulmuş olacakki tren dağbaşında duruverdi.Haydaaaaa! hepimizi bir korku sardı tabiki,tren aşırı yükten bu rampayı çekememişti,... 
Eveeetttt nerde kalmıştık ,dedim ya "yaşlı kraliçe" yorulmuş olacakki ,Balıkesir rampalarında birden duruverdi.Bunu bir ihtiyaç molası zanneden en arka vagondaki sarhoşlar tayfasıda ,küçük sularını dökmek amacıyla ,zifiri karanlıkta işlerini görmeye başladılar.Bu sırada "yaşlı kraliçe" son bir gayretle hareket etmeye başladı.Arkadan gelen "Durruuuunnn biziiiiii bekleyiiiinnn" haykırışları ,trenin hareket ettiğini görüp akılları başlarına gelen sarhoş tayfasındandı. Sonra birkaçı trene yetişemedi diye bir haber yayıldı.Makinistin treni o rampada tekrar durdurabilmesi mümkün değil tabi...Artık kalanlar o dağbaşında kurda kuşa yemmi oldu orasını kimse bilemiyor ,ama böyle bir haberde almadık daha sonra ,her halde sığındılar bir yerlere... 

Kral Metin Oktay ... 

Trende birde baktık rahmetli Metin Oktay var, kendisi Galatasaray Camiasının çok değerli bir şahsiyeti ama,o gece trende o da bulunuyor,hemde körkütük sarhoş bir vaziyette ve şunları diyerek vagon vagon dolaşıyor, kendisine Galatasaray diyenlere şöyle karşılık veriyordu rahmetli... 
"Cim Bom Bom yoooookkkkk ,Kaf Kaf vaaarrrrrr, Kaf Kaf Kaf Sin Sin Sin Kaf Sin Kf Sin Kaaaffffffff" diye hançeresini yırtıyordu.Bu durumu gören bizlerde ona katılıyor ve Kaf Kaf çekiyorduk,boğazımız patlayana kadar.... 
BANDIRMA'YA VARIŞ... 

Uzun süren gecenin sonunda saat 7.00 gibi nihayet Bandırma'ya varmıştık;1500 kişi kapasiteli trenden oluk oluk insan iniyordu Bandırma garına ,daha öncede belirttiğim gibi trende abartısız iki misli yani 3000 Karşıyaka sevdalısı vardı.Karşıyaka'dan bu maç için sayısız otobüs ve özel arabada yola çıkmıştı , onlarla karşılaşıp bir an önce hepberaber "Kaf Sin Kaf" çekebilmek için ,hızlı hızlı marşlar söyleyerek Bandırma sokaklarına akıyorduk; 
Trenden inen binlerce Karşıyaka sevdalısının ,arşa kadar yükselen Kaf Kaf haykırışlarıyla o sabah o saatte uyanık Bandırma'lı kalmamıştı sanırım,şehir merkezi gelişimizle birlikte birden hareketlenmişti...Bandırma merkez ve Bandırma koyu gardan epey bi aşağıda kalıyordu ,yani demek istediğim gar merkezin ve koyun tepesinde yani epey bir yukarısındaydı.Gardan Bandırma koyuna baktığımda tüylerimi diken diken eden bir manzarayla karşılaştım... 

Koyda 50-60 tane kadar sandal ,hepsinde atlas atlas yeşil-kırmızı bayraklarla Bandırma koyunda nazlı nazlı süzülüyorlardı.Yukarıda kalan bizleri gören sandaldaki bu Karşıyaka'lılar koydan bize hançerelerini yırtarcasına Kaf Kaf çekerek sanki hoşgeldiniz diyorlardı.Anlaşılan oydu ki sandal sefası yapan bu renktaşlarımız ya akşamdan buraya gelmişlerdi yada otobüs ve özel araçlarla geleceklerin öncüleriydi.Bu arada size küçük bir detayı daha belirtmem gerekiyor , bu maçla birlikte Türkiye'de ilk kez bir maç dolayısıyla o gün şehirdeki tüm alkollü içki satan yerler kapatılmıştı ,yani hiçbir yerde alkol satışı yoktu ,ama bilirsiniz bizim taraftar bu konularda gayet tecrübelidir, gereken nevaleyi Karşıyaka'dan fazlasıyla temin ederek tedarikli gelmişlerdi.Buldukları boş park ,koy kenarı ,işte aklınıza gelebilecek her yerde çaktırmadan içki alemlerine başlamışlardı bile ... 

Bizim tayfada hepberaber Bandırma'yı dolaşmaya başlayıp ,bir yandanda Karşıyaka'dan gelecek otobüsleri bekliyorduk ,Bandırma aslında hepimize çok sevimli bir yer gibi gelmişti önceleri taa ki ! maçın bitimine kadar yani ,kendi halinde ,saf ve güzel bir sahil beldesiydi aslında ,insanları ve esnafıda sabahın bu ilk saatlerinde hepimize gayet içten davranıyor ,hatta hiç endişelenmememiz gerektiğini Bandırmaspor'da bir şey olmadığını ,bu maçı rahatça kazanıp evimize şampiyon olarak döneceğimizi söylüyorlardı.Daha fazla zaman kaybetmeyip bilet endişesinide taşıyarak tüm tayfa stada gitmeye karar verdik ,malum onca Karşıyaka'lı sığabilecekmiydi acaba Bandırma stadına?,Bu sırada kornalarının dibine basa basa otobüslerimizde stada ve Bandırmaya üçer beşer gelmeye başlamıştı. 

STADA GELİŞ 

Ara sokaklardan geçerek saat 9.30 gibi Bandırma Stadına gelmiştik bütün tayfa ,stadın dış görüntüsünü size şöyle anlatayım kısaca ,duvarları kayısı sarısı ama tamamına yakınının sıvaları dökülmüş ,köhne mi köhne bir staddı dış görüntü olarak ,Karşıyaka taraftarına ayrılan tribünün gişelerinin önü ana baba günü gibiydi ama o zamanın abileri herkesi bir düzen içine sokmak için sıra yapmaya çalışıyorlardı.Bu arada bunu bir övünç ve kendini beğenmişlik olarak söylemek istemiyorum ama ,o zamanları yaşayan herkes bilir bunu ,bizim lisenin tayfası tribünü organize eden gruptu , bütün besteler bizim tarafımızca yapılır ve tüm stadlarda herkese öğretilerek hepberaber söylenmesini sağlardı.Bu nedenle dönemin abileride inanın bizi çok severdi;hepimize isimleriyle hitap ederlerdi ,tabi buda çok ama çok hoşumuza giderdi hepimizin ,bir örnek verecek olursam şimdilerde Alsancak Kapalı'yı bağırtan Hakan 'da (Ortabaş) bizim tayfadandı.Belki tanıyanlarınız vardır halen...Neyse bahsettiğim abilerimiz bizleri bir şekilde gişenin en önüne aldılar ,içerinin organizasyonunu sağlamamız ve en ideal yere oturabilmemiz amacıyla... 

STADA GİRİŞ... 

Maç yanılmıyorsam 15.30 da başlayacaktı ve gişeler saat 11.00 gibi açıldı hatırladığım kadarıyla, stad çevresindeki mahşeri kalabalığı kelimelerle anlatabilmem imkansız ,tren+otobüsler+özel arabalar ,Bandırma'da yaklaşık 8.000 kadar Karşıyaka'lı vardı.Stada ilk girenler arasında bizim tayfada bulunuyordu.Ancak girmemle beraber zeminin kötülüğünü anlatamam sizlere ,zımpara taşı gibi sert bir topraktı sahanın zemini, bu zemini görünce acabalar? gelip geçiyordu kafamızın içinden ama böyle bir şeyi düşünmek bile istemiyorduk hiçbirimiz,tribünlerimiz olanca hızıyla dolmaya devam ederken bir yandanda tribünün heryeri yeşil ve kırmızı renklere boyanıyordu bayrak ve flamalarımızla...Bandırma stadı karşılıklı iki adet tribünden oluşuyordu ,bunun bir tanesi bize bir taneside Bandırmalılara tahsis edilmişti,onlarda kendi tribünlerine yavaş yavaş geliyorlardı.İlk önceleri aramızda en ufak bir sorun yoktu ,ne zamanki Bandırma tribününün arkasındaki bir evin balkonundan sarı-kırmızı bir bayrak sallandı ,işte o andan sonra kızılca kıyamet koptu bizim tribünde , hemen o eve doğru saldırılar ve küfürler başladı doğal olarak,ortalık bir anda gerginleşti ,karşı tribün "Bandırma -Bandırma" diye tempo tutmaya başlayınca bizim tribünde "Bandırcaazz -Bandırcaazz" diye karşılık vermişti.Sakin giden tribün ortamı böylece geriliverdi birdenbire...Neyse bir süre sonra herkes sesini maça saklamayı düşünerek ,başlama vuruşunu beklemeye başladı. 


MAÇ BAŞLADI ,HAYDİ KAF KAF'IM 

Ve bizi şampiyon yapacağına inandığımız kader maçımız başladı.Tribün atmosferini size tekrar kısaca özetlemek istiyorum... Karşıyaka'dan "tren+onlarca otobüs ve özel araçla" Bandırma'ya akan yaklaşık 8.000 dolayındaki yeşil kırmızı aşığı stada zorda olsa girebilmiştik ,bize ayrılan tribün yaklaşık 4.000 kişi kadar taraftar alabilmişti,geriye kalan bir o kadar taraftarımız ,emniyetin almış olduğu önlemlerle ,kale arkalarında bulunan tepemsi bölgelere konuşlanmıştı,diyeceğim korkulan olmadı ve Bandırma'ya gelen herkes bu şekilde staddaki yerini almıştı.Tribün ve bahsettiğim tepeler yeşil ve kırmızı renklerle adeta bir gelin gibi süslenmişti.Bu maç için İzmir civarında bayrak yapımı için yeşil ve kırmızı iplik kalmamıştı. 

Başlama vuruşuyla birlikte bütün taraftar golün ,hatta gollerin bir an önce gelmesini bekliyor , sloganlarımızla adeta yeri göğü inletiyorduk;Bandırma seyircisi ise son derece sakin bir şekilde maçı izliyordu.Maçın gidişatı bizim açımızdan kolay olmayacağı Bandırma'nın sert ve yıldırıcı futbolundan daha ilk dakikalarda anlaşılmıştı;saha zemininin bir zımpara taşından farksız oluşu doğru düzgün pas yapmamıza da engel oluyordu.Maç Bandırma kalesine sürekli yüklenişlerimizle geçiyor ama net pozisyon bulmakta çok zorlanıyorduk;doldurt boşaltlarla devamlı baskılı bir oyun oynamamıza rağmen,dişe dokunur bir gol pozisyonumuz olamadı bu yarının sonuna kadar,ancak anlaşılan bir şey vardı ki zamanın Göztepe yöneticilerinin Fevzi Şaşal ve Tacettin Hiçyılmazın hafta içinde içi para dolu çantalarla Bandırmaya gidip Bandırmaspor'a teşvik primi verdikleri söylentileri ayan beyan ortaya çıkmıştı;Bandırmaspor kapasitesinin çok üzerinde bir direnç gösterip aşırı derecede sert oynuyordu. 
Maçın ilk yarısı bu şekilde 0-0 sona ermişti ama herkes ikinci yarı bir tane de olsa golümüzün geleceğinden son derece emindi.Diğer alternatifi aklımıza bile getirmek istemiyorduk;bu arada bazılarımızın elinde radyolar Göztepe-Balıkesirspor maçınının skorunu tüm stada yayıyorlardı.Orada da henüz gol olmadığı haberi yüreklere bir nebze olsun su serpiyordu.Aranın ardından ikinci yarı başladı; değişen birşey yoktu ,takım yine doldur boşaltlarla Bandırma kalesine yükleniyor,Bandırmaspor oyuncularıda inanılmaz bir direnç ve sertlikle ataklarımıza karşı koyuyorlardı.Bu arada Göztepe'nin 1-0 öne geçtiği haberi gerek Bandırma tribünündeki bazı seslerden ,gerekse radyodan maçı dinleyen bazılarımız tarafından haber edilmişti; tribün bunun üzerine panik ve endişeyle olanca gücüyle takımı desteklemeye ,bir an önce gole kavuşmak için takıma tarifi imkansız bir destek vermeye başlamıştı.Ancak beklenen gol bir türlü gelmiyor dakikalar sürekli eriyip gidiyordu.Bu arada tribünde birden bir uğultu koptu Balıkesir'in beraberlik golünün haberiydi bu ,sinirleri boşalan taraftar gözyaşlarıyla birlikte daha bir haykırarak takıma destek vermeye devam ediyordu..Artık sonlara ,yani son onbeş dakikaya giriyorduk ,bu sırada yine karşıdaki Bandırma tribününden bir uğultu koptu;radyodan maçı dinleyen taraftarlarımızda maalesef İzmir'de skorun 2-1 olduğu haberini doğruluyorlardı.Hepimizin halet-i ruhiyesini takdir edersiniz artık ,avucumuzun içindeki şampiyonluk göz göre göre ,bağıra bağıra gidiyordu.Bu sıralarda maçtaki en önemli pozisyonumuz yaşandı.Ceza sahası çizgisi üzerinden kaleye girmekte olan bir şutumuz ,büyük şanssızlık sonucu santraforumuz Murat'ın sırtına çarparak auta çıkmıştı;bu pozisyonun kaçışından sonraki tribün ve tepelerde bulunan taraftarımızın isyan ve feveranı,dövünüşü hala daha gözlerimin önünden gitmiyor,bir dakika sonra bizim tribün tekrar bir yumak oldu.Gözyaşları sel olup akıyordu ,Balıkesir durumu 2-2 yapmıştı zira,o sevinci o heyecanı kelimelere nasıl döksem bilemiyorum,daha öncede belirttiğim gibi sevinçle hüznün ,coşkuyla hayalkırıklığının dakikalar hatta saniyeler içinde gidip geldiği böyle bir şeyi hiç yaşamamıştık o zamana kadar... 

VE MAÇIN SONU... 
Artık uzatma dakikaları oynanıyordu.Bizler gözlerimiz sahada umutsuzca maçımızı izlerken ,bir radyonun başında en az 150 kişi olarak binlerce taraftar radyolu taraftarlarımızın yanında kulağımızı iki büklüm şekilde İzmirdeki maça yöneltmiş ,bu maçında 2-2 bitmesi için Tanrı'ya yalvarıyorduk,ama maalesef korkulan oldu ,Göztepe daha sonra televizyondan izlediğimiz tamamen şike olan golünü atmıştı.Üstüne üstlük Bandırma tribünlerinden bu kez bizleri dahada delirten bir haykırış çıkmıştı. 
Artık durumu gözünüzün önüne getirin ,her iki maçta bitmiş ,şampiyonluk umuduyla geldiğimiz Bandırma'dan ,teşvikli Bandırmalı oyuncular ve Göztepenin şikeci yöneticileri sayesinde eliboş dönüyorduk... 

MAÇ SONU BANDIRMA SOKAKLARI 

Hırsından ,yaşadığı şoktan deliye dönmüş 8.000 civarındaki taraftar olanca hızıyla stadı terkediyor ,hepimizin gözlerinden belli olan "Bandırmada taş üstünde taş ,kelle üstünde baş kalmayacak" kararlılığımızla Bandırma sokaklarına Bandırma'lılara saldırıya geçmiştik...İşte maç sonunda Bandırma'da gördüklerim... 

*Hayatımda ilk kez azılı bir terörist gibi kaldırım taşlarını söküyordum,taşları sen sökeceksin hayır ben sökeceğim diye kendi aramızda kavgalar bile başlamıştı;Bandırma'daki bütün evlerin ,bütün dükkanların camları teker teker yere iniyordu 
*Kimi taraftar ellerinde benzin bidonları ,çöp tenekelerini ve sahildeki bazı sandalları ateşe vermiş,gökyüzüne doğru alevler ve dumanlar yükseliyordu 
*Bu sırada gözlerime inanamadığım bir olaya tanık oldum ,bazı taraftarlar bir pastanenin içinde dondurmaları muhafaza ettiği metalden yapılmış dondurmanın durduğu tenekeleri , rastgele Bandırmadaki arabaların camlarına indiriyordu.Polis olaylar karşısında donmuş sadece seyrediyordu. 
*Her tarafı dağıtarak tren ve otobüslerimize doğru giderken,Bandırma halkıda galeyana gelmişti;ellerinde kazmalar,tırmıklar,kürekler kendilerini korumaya çalışıyorlardı ,bu artık maçtan çıkan Bandırmalılardan ziyade tüm Bandırma halkıyla yapılan bir savaştı 
*Olaylar bitmek bilmiyordu.Aslında bu anlattıklarım hiç doğru şeyler değildi ama ,rakipten teşvik primi almış,rakibinide şikeyle yenmiş bir kulübe destek olanlara yapılacak başkada bir şey yoktu,gözümüz dönmüş bir şekilde Bandırmayı yerle bir ediyorduk 
*Daha sonra jandarma ve polis işbirliğiyle olaylar kısmen duruldu ,ancak tamamen bitmesi mümkün görünmüyordu.Bandırma'yı haritadan silme mücadelesi bir şekilde devam ediyordu. 
*Bizim tayfa gözyaşlarımızı sile sile ,birbirimizi teselli ede ede trenimize doğru yol alıyor,aramızdan hırsları geçmeyenler yol boyunca görülen Bandırma'lılara tekme tokat dalıyorduk 

Trene geldiğimizde içimi bir utanç duygusu kaplamıştı "Yaşlı Kraliçeye" karşı,...Lokomotiftende adeta gözyaşları damlıyor ben sizi bunun için mi sırtlayıp getirdim buraya dercesine sanki bizlere sitem ediyordu.Ama bir yandanda bize hadi atlayın bakalım eve dönüyoruz ,her şey geçer "Kaf Sin Kaf" sevgisi bitmez diyerek teselli ediyordu... 

Sonra "Yaşlı Kraliçe" hareket etti ,eve dönüş başlamıştı.Trende olanlar aynen tahmin edeceğiniz gibi,en ufak şeyden bir kavga çıkıyor,camlara dayanmış yorgun yüzlerdeki gözlerden sicim gibi gözyaşları akıyordu. 

Daha sonraki yıllarda gördük ki para ve şikeye karşı " 7 sene" daha mücadele edecektik şampiyon olabilmek için...Şu an, şike olduğu resmen olmasada vicdanlarda tescilli bir şampiyonlukla birinci lige çıkıp,şimdilerde amatör kümeye düşmeme mücadelesi veren rakibimize ise sadece ve sadece acıyorum...hepiniz gibi... 

"NEREDE O ESKİ GÜNLER ,O ŞEVK ,O HEYECAN 
BU GÜLERYÜZLÜ ADAM BEN DEĞİLİM 
SEN ŞAMPİYON OLAMAZSAN" 

22 Eylül 2014 Pazartesi

Süper Lig’de ilk hafta oynan 9 maçı toplam 77bin 600 seyircinin tribünden izlediği kayıt edilmişti. Yani maç başına 8 bin 622 izleyici. Bu rakam hakkında çok konuşuldu fakat Passolig sadece Süper Lig’i ve taraftarlarının tribünden futbol izleme ve takımını destekleme keyfini elinden almıyor. PTT 1.Lig’de uygulanan e-bilet sistemi, maddi açıdan zaten sıkıntıda olan bir çok kulübün problemini derinleştirerek tribünleri boş bıraktı. PTT 1. Lig’de sadece taraftarlar değil teknik direktör ve kulüp başkanları da isyanda. Passolig ise çeşitli işbirlikleri ile satışlarını arttırma, karını en çoklama çabasına devam ediyor.

Passolig ile ilgili görüşler..

Giresunspor Teknik Direktörü Mehmet Birinci sezonun ilk maçı sonunda Özgür Erdoğan’a verdiği röportajda şu ifadelere yer aldı:

“..Bizim gayemiz tribünlere taraftar çekmek. Passolig’in bizim lig için olumsuz yönü var. Bu uygulama taraftarı tribünden uzaklaştırıyor. Halkımız bu uygulamayı yeterince bilmiyor. Ancak Passolig’i kuranlar ve federasyon bu uygulamanın arkasında. Uygulamanın amacı şiddeti önlemek. Şiddet için başka tedbirler alınabilir”

“Geçen hafta Spor Toto Süper Lig’de tüm seyirci toplamı Almanya’da oynanan bir futbol maçıyla eşit. Bırakın PTT 1. Lig’i, Spor Toto Süper Lig’de de büyük sıkıntı var. Nasıl olacak bilmiyorum ama Passolig’in PTT 1. Lig’de kaldırılması gerekiyor.”

28 Ağustosta açıklanan rakamlara göre 1277 Giresunspor taraftarı passolig kartı alırken, kart sahiplerinin 49u kombine yükletmiş. Birinci taraftarın bu “ilgisine” rağmen “…geçtiğimiz sezon 10 bin seyirciye oynayan Giresunspor, bu sezon 2 bin seyirciye oynayacak gibi görünüyor. Şuan da ben Paßssolig’e karşıyım. Buna bir çare bulunması gerekiyor.” diye konuştu.

Giresunspor Başkanı Mustafa Temel Bozbağ da kendilerinin Passolig mağduru olduğunu şu sözlerle ifade etti: “Taraftarlarımızın bilmesini istiyorum, Passolig TFF’nin sporda şiddeti önlemek için çıkardığı bir yöntemdir. Biz de mağduruz. Büyük taraftarımızın bilmesi gereken şu; Giresunspor yönetimi hiçbir zaman taraftarının zor durumda kalmasını istemez. Bizim buna yapabileceğimiz bir şey yok. Taraftarlarımıza yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kombine almak isteyenler bize ulaşsınlar. Kombine isteyenlere yardımcı olacağız ama Passolig konusunda biz mağdur olan tarafız, bunun bilinmesini istiyoruz. Bunun sonuçlarını, Türk futboluna artılarını eksilerini ilerleyen süreçte hep birlikte göreceğiz.”

Passolig’in Gerçek Yüzü Saklanamıyor

Gaziantep BB teknik direktörü Nurullah Sağlam sezonun ilk maçından sonra yaptığı açıklamada Passolig uygulamasında yaşanan sıkıntılar nedeni ile binlerce taraftarın stada giremediğini söylemişti. Bu hafta Kayseri’de oynanan Kayserispor- Gaziantep BB maçından sonra maçı değerlendiren Sağlam tribünlerle ilgili bir soruya “Gelişen olayları söylemek istemiyorum. Komik olay çok. Ben söylemeyim. Araştırırsanız sizden çıksın. Stada giremeyenlerin kim olduğunu araştırın lütfen” cevabını verdi.

Kayserispor teknik direktörü Mutlu Topçu tribünlerin boş olmasının genel bir sorun olduğuna dikkat çekmeye çalışırken, geçtiğimiz sezonlarda taraftarın ilgisinin daha büyük olduğunu gizleyemedi ve “Bizim taraftar sayımız bu olmamalıdır. Biz bu sahada daha fazla taraftarlara, dolu tribünlere oynadık. Ama bu sorun süper ligde de var. Çözüm gerekiyor.” şeklinde konuştu.

Antalyaspor’un bu hafta oynayacağı maçtan önce Antalyaspor Kulüp Genel Müdürü Cenk Soyer Hasan Subaşı Tesisleri’nde İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Ahmet Taşır, Antalyaspor Kulübü Taraftarlardan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Vicir, Antalyaspor 1966 Taraftarlar Derneği Başkanı Yılmaz Yıldız ile bazı taraftar temsilcilerinin katıldığı bir toplantı düzenlediği ve Passolig alınması için çağrıda bulunduğu öğrenildi. Soyer, Passolig’in iyi sonuçlar verediğini vurgulamaya çalışırken, tribünde meydana gelen kötü tezahüratı da bitiremediğini

“Passolig’i olmadan kimsenin müsabakaya girmesi mümkün değil. Buna hiç kimse bir şey diyemez. Çünkü meclisten çıkan bir karar. Denemeleri yapıldı ve çok iyi sonuçlar alındı. Biletlerinizi Pazar gününe kalmadan almanız gerekir. Gizlilik yok açıklayabilirim. Son Karşıyaka müsabakasını ele alalım. Totalde 12 saniye süren. Tezahüratta tek bir kelime hakaret içeriklidir. 12 saniye için bir para cezası aldık. Geçen senede aynı şekilde tezahüratlardan dolayı ceza aldığımız olduk. Ben de bir taraftarım tezahürat yapmak herkesin hakkı ama taraftarlarımızın dikkatli olması lazım. En ufak küfürde ceza yiyen bir kulüp sorumlusuyum ben. Bu sene bir ilk olacak stadyum kapatılacak ceza olarak. O yüzden herkesin dikkatli olması lazım. Passolig uygulaması başladığı için içeri giren herkes belirli. Her şey daha sıkı bir şekilde görülecek. Herkesin sevdası Antalyaspor. Bu açıdan bakalım. Geçen yıl saha olaylarımız vardı. Sahaya girme sıkıntıları yaşadık. Artık dünyanın hiçbir yerinde böyle futbol oynanmıyor. Tellerin arkasından izliyoruz. Böyle olmaması gerekirdi.”

sözleriyle açıklamış oldu.

İl Emniyet Müdürü’nün yaptığı açıklamalar ise “tribünlerde güvenlik için Passolig” reklamlarının nasıl boşa düştüğünü bir kez daha göstermiş oluyor. Taşır konuşmasında saha içerinde 49 kameranın olduğunu vurgulayarak: “Attığınız taş vurduğunuz kuşa değsin. Antalyaspor’un olumsuz protesto yapan taraftar tarafından ceza alması yönünde olmasın. Küfür ve sahaya zarar verme konusunda olmazsa bu protestolarınız, Antalyaspor zarar görmez. Sahanın içinde 49 kamera var anında resimleyen. Bu nedenle uygunsuz davranışlarda bulunanlara biz bu sene daha hızlı bir şekilde sahadan uzaklaştırılması için karar çıkaracağız” diye konuştu.

 Passolig’e Belediyelerden de “Destek”

Passolig’in hedeflediği rakama ulaşamaması üzerine uygulanan bir çok strateji olduğunu biliyoruz. Süper Ligin ikinci haftasında, radyodan dinlediğimiz maçlarda TRT Radyo tribünleri otobüs sayısı vererek sayarken (Gençlerbirliği tribününde üç otobüs kadar seyirci var gibi..), dinleyicileri “bir an önce Passolig kartlarını alarak tribüne gelip takımlarını desteklemeye” davet etti. (Buradan Passolig’in bir e-bilet markası olduğunu da hatırlatmak ve “reklam” konusunun hukuki boyutunu da düşümek gerekir, bu yazımızın konusu bu değil). Bu gizli reklam ve devlet kaynakları ile destekleme sadece Süper Ligde yaşanan olaylar değil elbet.

İlk hafta Manispor- Alanyaspor maçının tribünden ancak 400 seyirci tarafından izlenmesi üzerinde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in Antalyaspor ve Alanyaspor taraftarlarına Passoligçağrısında bulunarak: “Passolig kartlarımızı alarak Antalyaspor ve Alanyaspor’un maçlarını tribünde seyredelim, kulübümüze destek olalım” dediğini biliyoruz.

Giresun Belediye Başkanı Kerim Aksu da benzer bir mantıkla 28 merkez mahalle muhtarına Passolig hediye ederek, bir yıllık ombinelerini de doldurma sözü verdi.

 “Bu Mu Sizin Kolaylığınız?”

İlk haftasonunda Altınordu taraftarlarından e-bilet alanlardan da tepki geldi. Yaklaşık 1000 kişinin izlediği Bucaspor- Altınordu maçından sonra Altınordu Taraftarlar Derneği’nin yaptığı açıklama şu şekilde:

“Passo…
Söz de yardımcı olacak(tı)…
Taraftarlar rahatlıkla bilet alacak, stada sıkıntı çekmeden girecek(ti)…
İlk haftanız, falsolarla başladı!
Aylar öncesinden kart talep edenlerin kartları gelmedi!
Kartı gelenlerin, kartları komik bir şekilde “yanlışlıkla” iptal edildi!
Bilet alanlar, sistem kartlarını okumadığı için stada giremedi!
Süper Lig ve PTT 1. Lig’de binlerce kişi!
Passo kazandıracaktı! Çalık Grubu’na kazandırıyor!

Gelelim soru(n)larımıza…
Altınordu ismini, “Altınorduspor” yazabilecek kadar aciz, beceriksiz ve cahil bir organizasyon musunuz?
Altınordu – Osmanlıspor maçına Cuma olmasına rağmen hala daha bilet alamamamız sebebi nedir?
Biz maç günleri, gişeden rahatlıkla biletimizi alıp girerken, stada giremez olduk!
Bu mu sizin kolaylığınız?
Geçen haftalarda maça giremeyen taraftarların hakkını nasıl geri vereceksiniz?
Son güne kadar bilet sıkıntısı yaşayıp, belki de bilet alamayacak Altınordu taraftarının mağduriyeti nasıl giderilecek?
Sisteminiz yüzünden bilet alamayan taraftarlara maç günü nasıl yardımcı olacaksınız?
Yoksa taraftaların haklarını gasp etmeyi mü düşünüyorsunuz!
Sisteminizin getirdiği şey kolaylık ve kazanç değil!
Zorluk, zorbalık ve soygun!

Altınordu Taraftarlar Derneği”

Yazımızı bitirmeden önce, ikinci maçlarını Osmanlıspor ile yapan Altınordu taraftarlarından Passolig alarak tribüne giren va maçı “numaralı koltuklarından” izleyen taraftarların gözlemlerini sizlerle paylaşmak istedik*:


https://direnisteyiz.org/haber/ptt-1-ligde-passolig

SİYASET DEĞİL STAD İSTİYORUZ

YIL1912
Siyasi ihtiras, hırs daha stat yapma aşamasında devreye girdi, bir de spora siyaset karışmamalı derler, bırakın Lam’ı Cim’i, Kaf Sin Kaf’ın istediğine bakın.

Yalı’ya yapılsa, 1 yılda bitecek.
‘Biz yaparız olur’cular istiyor, ‘istemezük’çüler ‘ııh olmaz size muhtaç değiliz’ diyor.
* * *
Karşıyaka Yalı’da olursa, ulaşım bahane ediliyor.
Zor olurmuş.
Niye, olsun ki.
İskele kur, vapurları maç günü seferber et.
Metro dibinde.
* * *
Karşıyaka maçlarına giden KSK’lilerin % 80′i Karşıyaka’da oturuyor zaten.
Metro’da yazmışlar.
Otururken tepemizde duruyor.
‘İzmir’de 100 bin engelli evinden çıkamıyor farkında mısınız, biliyor musunuz’ diye soruyorlar.
Allah razı olsun bilmiyorduk.
* * *
Siz engelli Karşıyakalı, Alsancak Stadı’na, Atatürk Stadı’na gidemiyor, gidiyorsa nasıl gidiyor, siz bunun farkında mısınız.
Yalı’da olsa burnun dibinde basar tekerlekli sandalyesiyle gider, hoş olmaz mı ?
* * *
Güvenlik desen, her maçı vermezsin.
Olay çıkaracak deplasman takımları belli zaten, ona göre yayarsın maç programına.
Fanatik taraftarlar, potansiyelli.
* * *
Trafik artarmış, niye artsın ki.
Burnunun dibindeki stada, arabayla giden olmaz.
* * *
Çevre apartman sakinleri izin vermez deniyor.
Metro yapılırken de çok isyan ettiler, tozdan, çamurdan.
Şimdi iki katına kiraya veriyorlar evlerini.
Bu da mazeret değil, geçiniz.
* * *
Olay tamamen siyasi.
Birinci parti ‘Bırak yapalım’ diyor.
İkinci parti ‘Sana mı kaldık, sana yaptıracağıma hiç yaptırmam’ diyor.
Bin bir türlü engel çıkartıyorlar.
* * *
Yaparım, yaptırmam savaşı aldı başını gidiyor.
Siyaset bırak sahaya inmeyi.
Daha stad yapma aşamasında burnunu sokmuş, haberleri yok.
* * *
Bir de Örnekköy seneçeği var.
Koca koca siteleri, AVM’leri diktiler.
Bildiğiniz bataklığa, sözüm ona kurutmuşlar, mendil mi bu, su uçtu gitti mi yani.
* * *
Emektar Atatürk Stadı’nın altı da su doluymuş, bir zamanlar.
Ondan mı çıkıyor her sene.
Şu kadar milim çöküyor, haberleri asparagas mı.
Gereksiz bir yer Örnekköy, Karşıyaka ruhunu hiç vermiyor, veremez de.
* * *
Bırakın inadı yapsın adamlar.
Daha ne istiyorsunuz, ballı ekmek kadayıfı .
* * *
Hani bir zat dedi ya, ‘İçkili masalarında olmaz bu iş’ diye.
Bence de haklı.
Bırakın birbirinizi doldurmayı da.
Biraz mantıklı olun, kullanın aklınızı, kullanın yaparım diyeni.
* * *
Karşıyaka’nın stadı Karşıyaka’da olsun Yalı’da olsun.
Adı da Zübeyde Hanım Stadı Olsun.
* * *
Türkiye’de hiç bir Kadın’ın adı statlara konmadı.
Kadın’ın adı statta yok.
İlk’lerin şehri İzmir bunda da ilk olsun.
* * *
Devir mantık devri.
İlkelerimiz filan değil konu.
Rant, menfaat, siyasi çekişme gündemde.
Başka bir şey değil.
* * *
İzmirspor’um İnciraltı’nda Cavit Ölçer Tesisleri’nde.
Göztepe’m Güzelyalı’da Gürsel Aksel Tesisleri’nde.
Karşıyaka’m da.
Karşıyaka’daki Yalı’da oynasın.
35.0 ve 35.9 İzmirsporlu, Tam İda İzmirli olarak önerimdir.
* * *
Gode Cengiz’ler, Ekrem Güçsav’lar orda oynamadı mı ?
* * *
Dibinde Zübeyde Hanım’ın mezarı yok mu ?
* * *
Yakınında Zübeyde Hanım Müzesi yok mu ?
* * *
Taraftarlar Karşıyaka’da da oturmuyor mu ?
* * *
Ee daha ne olsun.
Öyleyse.
Yalı’da olsun, nokta.

www.haberhürriyeti.com / Metin AYDINOĞLU

20 Eylül 2014 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE KARŞIYAKA SPOR KULÜBÜ
(KARŞIYAKA KARŞIYAKA Dergisinde Yayınlanmıştır)

Mustafa Kemal Atatürk bir çok kulüp tarafından spor kulübünün taraftarı olduğunu söylemi sadece İzmir’de değil, bütün Türkiye’de ifade edilmektedir. Bu konuda gerek söz konusu spor kulübü sitelerinde, zaman zaman basında yer alan bazı yazıları okumaktayız.



Biz Karşıyakalılar olarak Ulu Önderin hangi takım taraftarıydı tartışmasına girmeden, onun devrimlerine ve ilkelerine bağlılığımız sürdürmemiz, ulusal egemenliğimize sahip çıkmamız konusunda işaret ettiği hedeflere inatla yürüyoruz.

13 Karşıyakalı evladımızı şehit verdiğimiz Çanakkale Savaşında Mustafa Kemal Paşa’nın şu anısını sizlerle paylaşırsak;

Çanakkale Savaşı sırasında keşif görevine çıkan bir Türk askeri, yakaladığı İngiliz askerini gırtlağından tutup Mustafa Kemal Paşa'nın karşısına getirir. Paşa, İngiliz askerine, memleketinden kalkıp buralara niçin geldiğini sorduğunda "Spor için" cevabını alır. Mustafa Kemal: "Bizim neferi nasıl buldun?" diye sorar. Esir asker, "Spor bilmiyor" diye cevaplar. Bunun üzerine Mustafa Kemal; "Bana spor nedir? diye sorarlarsa vereceğim cevap şudur: Spor, vatan ve milletin yüksek menfaatlerine tecavüz edenleri gırtlağından yakalayıp memleket ve millet hadimlerinin huzuruna getirebilmek kabiyet-i maddiyesi ve maneviyesidir" demiştir.

Mustafa Kemal Atatürk yine değerli araştırmacı Sancar Maruflu’nun KSK’nün 95. yıldönümü nedeni ile düzenlenen paneldeki konuşmasında Ulu Önder’in “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” sözünü KSK’nün ikinci ziyaretinin etkisiyle söylediğini tarihçi Afet İnan’a atıf yaparak anlatmıştır. 1937’de şöyle demiştir Ulu Önder ‘‘... Spor yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zeka ve kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim’’ . Bu sözlerden sonra aslında söylenecek pek fazla söz yok. Kısaca bu nitelikler hangi spor kulübünde, hangi takımda, hangi sporcu da ise, Atatürk o kulübün, o takımın, o sporcunun taraftarıdır.

Diğer yandan Mustafa Kemal’in Karşıyaka ve Karşıyaka Spor Kulübü ile tarihi buluşmalarına bakacak olursak;

Karşıyaka Spor Kulübü, 1 KASIM 1912 günü Karşıyaka Mumaresei Bedeniye Kulübü asıyla daha sonraki yıllarda bir kuva-yı milliye kahramanı olarak anılan Zühtü Işıl ve silah arkadaşları tarafından kuruluyor. Zaten kulübün renkleri de Türklüğün en önemli iki değerinden geliyor. Karşıyaka kırmızısını bayraktan, yeşilini ise İslam'dan alıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’de kulüp yöneticilerinin Milli Mücadele'deki etkinliklerini karşılıksız bırakmamış. Örneğin İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşundan sonraki ilk gün yani 10 Eylül 1922'de bu şehirde bir karargâh oluşturmasını istediğinde adres olarak dönemin Karşıyaka Spor Kulübü başkanı Sadi İPLİKÇİ'nin köşkünü göstermiş. Herkes tarafından bilinen, Atatürk'ün ayaklarının altına yunan bayrağının serilmesi ve kendisinin bunu başka bir milletin değerlerine böyle hakaret edemeyeceğini söyleyerek yerden kaldırması olayı da bu köşkte yaşanmıştır.
Atatürk'ün Karşıyaka'ya olan ilgisi elbette bu olaylarla sınırlı değil. Milli Mücadele döneminde ve sonrasında İzmir'e yaptığı her ziyarette Karşıyaka Spor Kulübü'nü ziyaret eden Gazi, defalarca futbol ve tenis takımlarının antrenmanlarını da izlemiş. Kulübün armasında Ay Yıldız kullanılması emrini de bizzat kendisi vermiş.

Gazi Mustafa Kemal genç Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı olarak ilk ziyaret ettiği kulüp Karşıyaka Spor Kulübü. Kendisinin kulübe yaptığı iki ziyarette imzaladığı hatıra defterindeki yazılar.

İlk ziyaret 13 ekim 1925 tarihini taşıyor,

Gazi bu yazılarında deftere şu notları düşüyor: "Karşıyaka Spor Kulübü'nde karşı karşıya bulunduğum gençlik iftihara şayandır. Bu gençlik muvacehesinde istikbalin kuvvetli saadeti ne bariz görünmektedir.”

Gelelim ikinci ziyarete. Önce o tarihlere bir gidelim.1925 yılı içinde ve 1926’nın başlarında devrimlerin önemli bir kısmı gerçekleşmişti. Bu arada Terakkiperver Fırkası irtica ile ilgili görülerek kapatılmıştı. İrtica dalgaları zaman zaman ortada görülmekte idi. Eskiye bağlı olmaktan kurtulamayanlar, çıkarcı düşüncelerin etrafında birleşenler, cumhuriyete ve onun başındaki Cumhurbaşkanına karşı bir takım çalışmalar içindeydiler.
Gazi 8 Mayıs 1926'da Konya'dan başlayarak bir yurt gezisine çıkmıştı. 16 - 30 Haziran 1926 tarihleri arasını da İzmir'e ayırmıştı. 14 Haziran günü Balıkesir’den İzmir’e geçeceği sırada İzmir Valisi’nden İzmir’de kendisine karşı bir suikast düzenlendiği haberini aldı. 14 Haziran gecesi Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulunacaklardan, ulusal bağımsızlık savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer almış olan Kadı Hurşit’in oğlu da vardı. Mustafa Kemal, babasının hizmetlerinden ötürü, 1920’de Büyük Millet Meclisi’ne Rize Milletvekili olarak Ziya Hurşit’i seçtirmişti. Mustafa Kemal, suikastçıların yakalanmasından sonra, 15 Haziran saat 19.00’da İzmir’e doğru yola çıktı. 16 Haziran’da, Soma, Menemen’e uğrayarak, 16 Haziran akşamı saat 18.00’de İzmir’e vardı.
İşte bu önemli gelişmelere rağmen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ve beraberindeki heyet 24 Haziran 1926 tarihinde Karşıyaka Spor Kulübünü ziyaret eti. KSK Bayan tenisçilerinin maçlarını seyrederek KSK Şeref defterine
"Bu defa ki ziyaretimde geçen aylar da masarrıf ve mesai hizmetin kıymetli asarını gördüm. Teşekkür ve tebrik ederim."
Gazi Mustafa Kemal
(24 Haziran 1926)
(İsmet İNÖNÜ, Fahrettin Paşa,Dr. Tevfik RÜŞTÜ)


Mustafa Kemal 15 Ocak 1923 tarihinde çok sevdiği annesi Zübeyde Hanım’ı Karşıyaka’da kaybediyor. 27 Ocak 1923 tarihinde mezarı başına gelen Mustafa Kemal annesinin mezarı başındaki konuşmasının sonunda şu yemini yapıyor; “Validemin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna ahdetmiş olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Validemin kabri önünde ve Allah'ın huzurunda yemin ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletimin elde ettiği ve sağlamlaştırdığı hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekten asla tereddüt etmeyeceğim. Milli hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun”. Karşıyakalı ulusal egemenlik yolunda bu yeminin de bekçisi olduğunu aradan geçen 85 yıla rağmen unutmamıştır.
Gazi Mustafa Kemal 11 Ekim 1925'te Karşıyakalılara hitaben Naim Palas Oteli'nin balkonunda yaptığı konuşmasında, burayı ne kadar çok sevdiğini anlatmak için şu sözcükleri tercih ediyor: "İzmir'in Karşıyakalıları; sizi derin muhabbetle selamlarım…Ben bütün İzmir'i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız, bir rastlantı beni Karşıyaka'ya daha fazla bağlamıştır. Karşıyakalılar, annem sizin sinenizde sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir'i gördüğüm gün, öncelikle Karşıyaka'yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm."

Gazinin evlenmek için Karşıyakalı bir kızı, annesinin defnedilmesi için ise Karşıyaka'yı seçmesi tesadüfmüdür?

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Coach gibi bir anne: ‘İn oğlum o otobüsten’

Çocuğu az süre alınca çeyrek finaldeki Letonya maçı sonrası takım otobüsünün önünü kesen öfkeli anne İrem Uğurlu, 

“F.Bahçe’de Obradoviç bile oğlumu daha fazla oynatıyor.Eurolig oyuncusuna bu yapılamaz'dedi..

Avrupa’da kürsünün en tepesine çıkan Genç Erkekler basketbol Milli Takım’ın çeyrek finalde Letonya ile oynadığı maçının ardından ilginç bir olay yaşandı… Karşılaşma sonunda Konya Büyükşehir Belediyesi Spor Salonu’ndan ayrılmak üzere olan ay yıldızlı takım otobüsünün önünde bir annenin isyanı vardı.

KENAN Sipahi’nin sakatlanmasının ardından Fenerbahçe formasıyla ligde 20 maçta 11.48 dakika süre alan, Euroleague’deki Anadolu Efes maçında ise 30 dakikanın üzerinde oynayan Berk’in annesi İrem Uğurlu’yu Milli Takım yetkilileri yatıştırdı. Koç Ömer Uğurata ise “Ben otobüsteyken bir olay gerçekleşmedi” demekle yetindi.

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Ah gözünü sevdiğimin KARŞIYAKA’SI….

Günümüzde kadın olmak masallarda bile zorken, kadın olmak çok güzel, kutsal ve özel bir şey aslında…Ama İzmirli kadın olmak, hele bir de izmir’de Karşıyakalı kadın olmak çok daha güzel…
Karşıyakalı kadın, güçlüdür. Çünkü öyle yetiştirilmiştir.
Karşıyakalı kadın, havalıdır. Yürüdüğü zaman saçı uçuşmuyorsa eteği uçuşur.
Asildir, onu kavga ederken göremezsiniz.
Işıltılıdır, ışıltılı hiçbir şey takmamışsa bile, gözbebekleri ışıldar.
Duyarlıdır, sokaktaki tüm canlılara karşı sevgili ve ilgilidir.
Çocuktur, içindeki çocuğu hiç öldürmemiştir. Bazen size çılgınca gelen davranışlarda da bulunabilir. Çocuk gibi davranmayı sever, ama ona çocuk gibi davranılmasından hoşlanmaz.
Karşıyakalı kadınını hiçbir zaman tamamıyle elde edemezsiniz. Kendine ait kesinlikle bir dünyası da vardır.
Karşıyaka kadınını ağlatırken çok dikkat edin.!!! Pahalıya mal olma olasılığı çok yüksektir.
Komplekssizdir. Çünkü kendisini çok sever. Belki de kendine olan özgüveni bundandır.
Karşıyakalı kadın, sadece anne olabilmekle yetinmez. Çocuklarından saygı görmeyi, ana babaya da hürmet etmeyi önemser.
O kadar sevgi doludur ki, akrabalarında ve arkadaşlarında cinsiyet farkını gözetmezi, art niyetsiz yaklaşır her insana…
Hem özgürdür, hem de geleneklerine bağlıdır. Geceşortuyla sahilde köpeğini de gezdirir, bayramlarda aile büyüklerine ziyaretleri ni de hiç aksatmaz.
Meğer Karşıyakalı olarak ne kadar şanslıymışız ki, farkında değilmişiz. Biz asla kız olduğumuz için okula gönderilmeyenlerden, taciz edilenlerden, küçük yaşta evlendirilenlerden olmadık. Eşlerimizi kendimiz seçme özgürlüğünde olduğumuz gibi hayatlarımızı da kendimiz seçtik.
Ah gözünü sevdiğimin KARŞIYAKA’SI….

Güliz Eğrihancı

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Yalı' daki Stada Kazma Vuruluyor.

Bir hayeldi gerçek oluyor.Sabah sabah böyle bir manşetle güne başlamaktan.. 
Daha mutluluk verici bir şey daha olamaz bizim için..  


29 Haziran 2014 Pazar

Bugünlerde Atamız hakkında yersiz bazı söylemler dikkatimiz çekiyor.
Sizlerle yapılan bazı araştırmaları paylaşıyoruz..
Atatürk’ün nasıl "gerçek bir dindar" olduğunu bu makalenin sınırları içinde bütün boyutlarıyla özetlemek neredeyse imkânsızdır. Ancak yine de birkaç başlık altında onun kendine özgü dindarlığını şöyle özetlemek mümkündür:
Atatürk, daha 7 yaşında annesi Zübeyde Hanım’ın isteği ile Kuran-ı Kerim’i hatmetmiştir. 8 Yaşında Kuran’ın tamamını ezbere okuyabilmektedir. (Atatürk bu gerçeği 1927 yılında Ankara'da ABD Büyükeçlisine açıklamıştır.) Atatürk, daha çocukluk yıllarında Selanik’te Mevlevi-Bektaşi tekkelerine giderek ayinlere katılmıştır. (F. Rıfkı Atay"Çankaya"da bu konuda bilgi vermektedir). Atatürk, Çanakkale Savaşı yıllarında yakın dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Allah’a olan inancını dile getirmiş ve “Allah’ın inayeti sayesinde” bu savaşı kazanacaklarını belirtmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında camilere, cem evlerine gitmiş, cuma namazlarını kılmış, cami minberine çıkıp “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan Hz. Peygamber’den övgüyle söz eden bir hutbe vermiş, TBMM’yi tekbir ve dualarla açtırmıştır. I. TBMM’de girişte hep bir hafıza Kuran okutmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Topkapı Sarayı’nda Kuran okutma geleneğinisürdürmüştür. Atatürk, özel hayatında fırsat buldukça Kuran okumuş veya Kuran okutup dinlemiştir. Özellikle özel hafızı Hafız Yaşar Okur’a Kuran okutmuştur.Atatürk zaman zaman da manevi kızlarından Nebile’ye ezan ve Kuran okutup dinlemiştir. Atatürk’ün en yakın arkadaşı Fevzi Paşa ve annesi Zübeyde Hanım beş vakit namazlarını kılan, İsmet Paşa ise elinden geldiğince ibadetlerini aksatmayan insanlardır. Atatürk çevresinde namazlarını kılan ibadetlerini yapan herkese çok saygılı davranmıştır. Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında tuttuğu özel notları arasında zaman zaman “Hafızı çağırıp Kuran okuttuğunu” yazmıştır. Yine özel notları arasında “TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR” notu göze çarpmaktadır. Atatürk, cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1932 ramazan ayında dönemin tanınmış hafızlarını köşke/saraya çağırarak onlara Kuran okutup dinlemiştir. Makamla Kuran okunmasına büyük önem veren Atatürk, hafızların makam hatası yapmamalarına ve ayetleri tane tane okumalarına büyük önem vermiştir. Atatürk, 1930’larda Çanakkale Şehitleri için her yıl Çanakkale Mehmet Çavuş abidesi önünde mevlit okutmuştur. Aynı şekilde her yıl annesi Zübeyde Hanım’a da mevlit okutmuştur. Atatürk döneminde okullarda din eğitimi devam etmiştir. Köy ilkokullarında din derslerinde “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitap okutulmuştur. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılan yüzlerce camiyi onarttırmış ve yeniden yaptırmıştır. Hatta Eskişehir Mihalıççık camisini cebinden 5000 lira verip yeniden yaptırmıştır. Ayrıca Atatürk’ün yurt dışında Paris ve Tokyo camilerinin yapımına katkıda bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır. Atatürk, İslam dünyasıyla da yakından ilgilenmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında İslam dünyasının desteğini yanına alan Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da İran-Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerle Sadabat Paktı’nı kurarak, Hıristiyan haçlı saldırılarına karşı Müslüman ülkelerle birlikte hareket etmiştir. Atatürk, Müslüman ülkelerin liderleriyle de çok iyi ilişkiler geliştirmiştir. Örneğin Afgan Kralı Amanaullah Han ve İran şahı Rıza Pehlevi ile kişisel dostluk kurmuştur. Atatürk, 1937 yılında Filistin’e yönelik bir Siyonist- Haçlı Hıristiyan saldırısı olacağını haber alır almaz “Filistin’e el sürülmez” diye bir bildiri yayınlayarak Müslüman Filistinlilerin yanında olduğunu herkese göstermiştir. Tarihe çok meraklı olan Atatürk en çok Hz. Muhammet’ten etkilenmiştir. Onun savaşlarını bütün detaylarıyla öğrenmiş, liselerde okutulan Tarih kitaplarında İslam tarihi bölümünün yazımına bizzat katkıda bulunarak bu kitaplarda Hz. Muhammed’in savaşlarını anlatan haritaları bizzat kendisi çizmiştir. Tarih çalışmaları sırasında Hz. Muhammet’i eleştirmeye kalkanları, “Hz. Muhammet’in kıymetinden habersiz cahil serseriler bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar” diye azarlamıştır. Hz. Muhammet’ten, “Benim senin adın silinir ama o ölümsüzdür” diye söz etmiştir. Atatürk, 1922 Sakarya Savaşı’ndan 1934 Soyadı Kanunu’na kadar ad olarak İslami içerikli “Gazi” unvanını kullanmıştır. Soyadı Kanunu’ndan sonra da zaman zaman “Gazi” unvanını kullanmaya devam etmiştir. Dâhinin Felsefi Kodları, Bilimsel Kafa Yapısı ve Din
"O SÜREKLİ DEĞİŞMEYİ ARZULAYAN BİR BİREY"
Atatürk, çağını aşmış bir "savaş ustası", gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biri ve Asya'nın en büyük devrimcisidir. O tartışmasız bir"dahidir". (Prof.İlber Ortaylı'da son kitabı "Cumhuriyetin İlk Yüz Yılı"nda uzun uzun bu gerçeğin altını çizmiştir.) Bu kadar "üstün yeteneklere" sahip bir insanı, bir "dahiyi" anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele "okumanın" sadece "boş zaman" etkinliği olarak kabul edildiği, "felsefe" dersinin "önemsiz" görülerek müfredattan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine "kulaktan dolma"nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir"dehayı" anlamak, özellikle de onun "felsefi derinliğini" çözmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın "çarpıtılması" da eklenince, Atatürk'ün "insana”, "evrene", "doğaya" ve "tanrı"ya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.
Atatürk üzerine yaklaşık olarak 15 yıldır kafa yoran ve Atatürk'ü doğumundan ölümüne kadar inceleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki: Atatürk sürekli genişleyen evren misali sürekli gelişen ve olgunlaşan bir düşünce dünyasına sahiptir. Bir taraftan ömrünü adadığı toplumunu kurtarmaya çabalarken, diğer taraftan içinde yaşadığı "evreni" anlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün felsefeden, tarihe, dinden, dile, matematikten kuramsal fiziğe kadar pek çok farklı alanda5000 civarında kitap okumasının altında "bilimsel zeka" ve "bilim insanlarına has bir"merak" ve "sorgulama dürtüsü" vardır. Atatürk'ün "göz kamaştıran başarılarının" anahtarını da burada aramak gerekir.
 Yarı bağımlı, az gelişmiş bir imparatorluğun "sürekli değişimi arzulayan bir bireyi" olarak yetişen Atatürk, aile kucağında ve çevrede aldığı geleneksel dinsel eğitimden sonra (Zübeyde Hanım etkisiyle), eğitim hayatında, özellikle İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında dünyayı etkilemeye başlayan Pozitivizm, Materyalizm, Darvinizm, Sosyalizm üzerine kafa yormaya başlamış ve nitekim 1905'de not defterlerinden birine "Evvela Sosyalist olmalı maddeyi anlamalı" diye bir not düşmüştür. Atatürk'ün sonraki yıllarda karşımıza çıkacak olan "Akıl ve bilim" vurgusunun kökleri bu dönemlere gider. J. Jack Rousseau'dan, Montesquieu'ya, Namık Kemal'den Abdullah Cevdet'e birçok yerli ve yabancı aydının görüşleriyle bu dönemde tanışmıştır.
Atatürk bir taraftan pozitivizm ve materyalizm üzerine kafa yorarken diğer taraftan da "din üzerine" okumaya ve düşünmeye devam etmiştir. Okuduğu kitaplar arasında bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarıyla birlikte özellikle İslam dini konusunda başta Kuran olmak üzere "yüzlerce kitap" vardır. Onun sıradan insanlardan farkı, atadan, deden gelen her bilgiyi çağının gelişmelerine paralel olarak yeniden değerlendirmesi ve sorgulamasıdır. Dolayısıyla mensup olduğu İslam dini de dahil, din ve tanrı kavramlarını bile yaşamı boyunca ciddi biçimde sorgulamıştır. Atatürk'ün, din ve inanç konusundaki görüşlerini anlamak için bu "sorgulamalara" da göz atmak gerekir. 
O'NU DİĞER LİDERLERDEN AYIRAN FARKI "DİN"
Atatürk'ün, Lenin, Stalin, Napolyon, İskender gibi liderlerden ve devrimcilerden farkı "din üzerine" de ciddi bir biçimde, entelektüel düzeyde kafa yormuş olması ve dini yok etmek için değil, gerektiğinde sorgulayarak anlaşılması, anlaşılarak anlatılması için uğraşmasıdır.
Atatürk, özellikle Çanakkale Savaşı yıllarında, savaş meydanlarında karşılaştığı manzaralardan dolayı olsa gerek, din ve tanrı kavramı üzerindedüşünmüştür. Atatürk'ün Çanakkale Savaşı’ndan yakın dostlarına yazdığı mektupların satır aralarındaki "Allah büyüktür", "Allah dilerse olur", "Allah’ın inayetine sağınarak çalışıyorum" gibi dinsel ifadeler ve Çanakkale anıları arasında bize aktardığı “Bombasırtı vakası”, onun 1915 yılında Çanakkale'de din ve Tanrı kavramını "içselleştirdiğini" kanıtlamaktadır. O günlerde askerlerinin inancıyla gurur duyan Atatürk, o günlerde bile "akılcı düşünceyi" bir kenara bırakmamıştır.
Türk insanının "inancını" çok iyi bilen Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bilerek ve inanarak bir "dinsel meşruiyet politikasına" başvurmuştur. Müslüman Anadolu insanını, Hıristiyan işgalciye karşı en iyi birleştirecek şeyin İslam dini olduğunu görerek, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar İslam dininden övgüyle söz etmiştir. Bu sırada Meclisi dualarla açtırmış, bazen camiye, bazen cem evine gitmiş, bütün yazışmalarında dinsel bir üslup kullanmıştır. Atatürk, bunu yaparken aslında Kuran'daki "cihat" kavramından yararlanmıştır. O günlere ait "Hafıza kuran okuttum", "Hafız Kuran okudu", "TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR" biçimindeki kendi el yazısıyla tuttuğu özel notlarından kendisinin de samimi olarak Tanrı'ya yöneldiği anlaşılmaktadır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, devrimler sürecinde "dinsel söylemlerden" neredeyse tamamen vazgeçmiştir. Büyük bir "taktisyen"olan Atatürk'ün 1923 sonrasında olumlu anlamda dinsel söylemlerini önce azaltmasının, sonra din eleştirileri yapmasının ve son olarak da dinsel söylemlerden tamamen vazgeçmesinin nedeni yine "stratejiktir": Şöyle ki: Atatürk, nasıl ki Kurtuluş Savaşı yıllarında dinin, Müslüman toplumu bir araya getireceğine inanarak olumlu anlamda "dinsel söylem" kulandıysa, dinden "övgüyle" söz ettiyse, devrimler sürecinde de "akıl ve bilimi"esas alan "laik" bir devlet kurma sürecinde dinsel söylemlerden o kadar uzak durmuş, hatta zaman zaman sarsıcı "din eleştirileri" yapmıştır. (Örneğin,VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER ve TARİH II kitapları.) Tanrısal kaynaklı monarşik Osmanlı'nın yerine kurduğu laik Türkiye Cumhuriyet’in lideri olarak Atatürk’ün, Cumhuriyet’in ilanından sonra da "dinsel söylem" kullanmaya devam etmesi onu, hep eleştirdiği“dinden meşruiyet alan” Osmanlı padişahları durumuna koyardı ki, hiç kuşkusuz bu durum büyük bir tutarsızlık olurdu.
ATATÜRK'ÜN İSLAM DİNİNE HİZMETLERİ
Atatürk, 1923-1938 arasında Dinde Öze Dönüş Projesi kapsamında çok önemli çalışmalar yapmış, bir anlamda 13. yüzyılda ardına kadar kapanan“içtihat kapısını” biraz olsun aralamayı başarmıştır. Her şeyden önce İslam dininin “akla, mantığa uygun bir din” olduğu gerçeğini hatırlatmıştır. Din ile hurafeyi birinden ayırmak için mücadele etmiştir. 
Özetlemek gerekirse Atatürk:
Haçlı Hıristiyan emperyalizmine karşı İslamın “cihat” ilkesini hayata geçirerek verdiği Kurtuluş Savaşı sonunda hem Müslüman Türk insanının namusunu, canını, malını, vatanını kurtarmış, hem de camilerinde ezanların susmasını engellemiştir. Din işlerini yürütmek ve din istismarcılarının dini kullanarak halk üzerinde baskı kurmalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. İslam dinini“Türk’ün milli dini” olarak görmüş, Hz. Muhammed’i sahiplenmiş ve bu konuları da içeren Dinde Öze Dönüş Projesi’ni geliştirmiştir.Türk tarihinde İslam dini konusunda entelektüel düzeyde ciddi ciddi bizzat çalışan tek devlet adamı Atatürk’tür. İslam dininin ana kaynağı Kuran-ı Kerim’i bu konunun uzmanlarına Türkçeye tercüme ve tefsir ettirmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsir ve tercümesi. Binlerce bastırılarak ücretsiz dağıtılmıştır.
En güvenilir hadis kaynaklarından biri olan Buhari Hadislerini Türkçeye tercüme ettirmiştir. Kamil Miras tercümesi.Binlerce bastırılıp ücretsiz dağıtılmıştır.
Müslüman Türk halkının anlayarak, hissederek Tanrı’ya daha kalbi bir şekilde ve aracılara ihtiyaç duymadan yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutmuştur. Bu iş için 1932 yılında İstanbul'un 9 hafızını özel olarak hazırlamıştır. Onlaraca camilerde önce Kuran'ın Arapçasını sonra Türkçesini nasıl okuyacaklarını bizzat göstermiştir. Eline Kuran'ı alıp tane tane Kuran'ın nasıl okunması gerektiğini göstermiştir hafızlara.
İslam dininin akla ve bilime aykırı hiçbir şey içermediği gerçeğinden hareket ederek yeni Türk devletinin temeline “aklı” ve “bilimi”yerleştirmiştir. Din-bilim çelişkisi içinde savrulup gitmemiş, saf/öz İslam dininin akla ve bilime engel olmadığını düşünerek Müslüman Türkiye’nin aynı zamanda çağdaş bir Türkiye olabileceği formülünden hareket etmiştir. Atatürk, "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif terakkiye aykırı hiçbirşey içermiyor", "İslam dini akla ve mantığa tamamen uygun bir dindir."gibi açıklamalarıyla din, bilim arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan ya da zaman içinde ilgisini kaybetmiş olan saltanat, halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, fes gibi kurum, kavram ve objeleri kaldırmıştır. Cumhuriyeti ilan ederek yüzyıllar önce Emevi halifesi Muaviye’nin saltanata dönüştürdüğü devlet başkanlığını yüzyıllar sonra yeniden aslına, özüne, meşveret/danışma/halkın seçimi biçimine dönüştürmüştür. Laiklik ilkesiyle bir taraftan din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken diğer taraftan din istismarını önlemiş ve din özgürlüğünü garanti altına almıştır. Yüzyıllar boyunca sözüm ona “dini nedenlerle” erkeklere göre birçok konuda geri bırakılmış, sınırlandırılmış, baskılanmış, hatta insanlık onuru ayaklar altına alınmış kadına, “analık vasfına” yakışır bir şekilde kadınlık ve insanlık onurunu yeniden kazandırmıştır. Atatürk’ün, Müslüman Türk kadınına verdiği medeni, sosyal, kültürel ve siyasal haklar her bakımdan İslam dininin ruhuna uygundur. Kazandığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmin ayakları altında ezilen bütün bir İslam dünyasına “bağımsızlık” modeli oluşturmuş, Cumhuriyet döneminde ise İslam dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurup, İtalya, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin yayılmacı emellerine karşı Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında Sadabat Paktı’nı kurmuştur.
Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etmiş, camiler açık olmuş, ibadet yasaklanmamış, Kuran ilk kez anlaşılarak okunmuş, din adamlarının Allah ile kul arasına girmemesi, yani ruhban sınıfının oluşması –ki zaten İslam da ruhban sınıfı yoktur- engellenmiştir. Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “…Cumhuriyet inancı ve ibadeti serbest bırakmıştı. Namaz kıldığı için tek bir kişi suçlanmadı. Camiye gitmek kimseye suç sayılamadı. Camiler daima çık kaldı. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi Allah’la kul arasında bir iç bağlantı olarak kaldı.”
"DİNİ TÜRKÇELEŞTİRMEK İSLAMIN ÖZÜNE AYKIRI DEĞİLDİR"
Atatürk’ün din dilini Türkçeleştirmesi, ezanı Türkçe okutması, halifeliği kaldırması, laiklik ilkesi, Arap harflerini kaldırması, tekke ve zaviyeleri kapatması ve kılık kıyafet devrimi gibi devrimlerinden hiçbiri İslamın özüne aykırı uygulamalar değildir. Hiç kimse şapka takmadığı için idam edilmemiş, İstiklal Mahkemeleri dini gerekçelerle tek bir din adamını bile idama mahküm etmemiştir. İdam edilenler ya vatan hainliğinden ya da devrimlere karşı halkı kışkırttığından dolayı idam edilmiştir. Kadınların kılık kıyafeti konusunda da hiçbir devrim kanunu çıkarılmamıştır. Bu tür iddialar, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarınca uydurulmuş yalanlar, safsatalardır.
Gerçek şu ki, Atatürk kişisel olarak, inansın, inanmasın, az ya da çok inansın aslında hiçbir önemi yoktur, çünkü O önce Kurtuluş Savaşı’yla sonra Türk Devrimi’yle Müslüman Türk insanını iki kere kurtarmıştır. Bu nedenle bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Müslümanın Atatürk’e çok büyük bir minnet borcu vardır